- 23.11.2012 00:00
Gazze konusunda Erdoğan’ın tepkileri haklı ve meşrudur ama, deyip durmak lazım. Çünkü Türkiye’nin hem ‘Batı aidiyeti’nden, hem de ‘coğrafyası’ndan kaynaklanan kritik dengeleri vardır. Yedi düvele meydan okuyan bir retoriğin cazibesine fazla kapılmak, Türk dış politikasının kritik dengelerini olumsuz etkiler ve nüfuz alanını, etki alanını daraltır.
Bazen konular birikir, yazamazsın. Bu sefer de öyle oldu.
Araya bir hafta ‘Kuzey Irak’ girince, birçok sıcak meseleyi köşemde ele alamadım.
Bunlardan biri ‘idam’dı.
Diğeri de Gazze.
Başbakan Erdoğan’ın ölüm cezasını inatla savunmasını dehşet içinde izledim.
Demokrasiydi, insan haklarıydı, Türkiye’nin Avrupa Konseyi üyeliğiydi, Avrupa Birliği ortaklığı ve hedefiydi, altında Türkiye’nin imzası olan uluslararası sözleşmelerdi, nereden bakarsanız bakın, Erdoğan’ın idamı savunması hepsini yerle bir ediyordu.
Yazık.
Tayyip Erdoğan geçen yılki genel seçimler öncesinde de idam cezasını gündeme getirmişti, “Ben başbakan olsam Öcalan’ı asardım” diye...
O zaman da, bugün de aynı noktayı vurgulamak istiyorum. Demokrasilerde elde yağlı urgan siyaset yapılmaz.
Ayrıca, her şey çoğunluk değildir demokrasilerde. Çoğunluğun her şey demek olduğu rejimlerin demokratik değil otoriter yanı ağır basar.
Sözü uzatmak gerekmiyor.
Bugün hâlâ idam cezasını savunmak ne demokrasiye yakışır, ne Türkiye’ye yakışır, ne de TürkiyeCumhuriyeti’nin seçilmiş Başbakanı’na.
Gazze’ye gelince...
Gazze’de İsrail’in uyguladığı terördür, zulümdür. Buna karşı çıkmak, bunu lanetlemek bir insanlık görevidir.
Ahmet Altan’ın deyişiyle:
“İsrail’deki ‘sağcı’ hükümetin her sorunu şiddetle çözmek istemesi Ortadoğu’yu yeniden ölüm sarmalına soktu.
Filistinlilerin haklarını vermemek için süren bu direnç, Filistinlilerle birlikte aslında İsraillilerin de hayatını cehenneme çeviriyor.
İnsanlığın en fazla borçlu olduğu kavimlerden biri Yahudiler; sanatta, felsefede, bilimde Yahudilerin yaptıkları katkıları silseniz insanlık tarihinde derin bir boşluk oluşur.
Böylesine parlak bir ırkın, tarihin en büyük soykırımına maruz kalmış bu ‘mazlum’ kavmin bugün geldiği bu ‘zalim’ durak, zekâyı reddeden ve şiddeti yücelten bu yönetim, uzaktan bakıldığında ne kadar anlamsız gözüküyor.” (Taraf, 16 Kasım 2012)
Bu satırlara katılıyorum.
Gazze konusunda Türkiye’nin İsrail’e göstermiş olduğu tepkiler haklıdır, meşrudur. Başbakan Erdoğan’ın, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun ateşkese kadar uzanan süreç içinde sergilemiş oldukları çabalar da öyledir, isabetli olmuştur.
Ama burada biraz durmak istiyorum. Çünkü, eleştirilmesi gereken taraflar da var.
Mavi Marmara sonrasında da bir noktayı belirtmiştim. Evet, İsrail bu baskınla hem uluslararası hukuku hiçe saymış, hem de insanlığı ayaklar altına almıştır. Bunun hesabını vermek ve Türkiye’den özür dilemek zorundadır.
Bu noktayı o tarihte belirtirken, bir de soru sormuştum:
Türkiye’nin İsrail’le ilişkilerini neredeyse sıfırlaması ille de gerekiyor muydu?
Bu sorunun yanıtı bence ‘hayır’dı. İsrail’le ilişkilerin sıfırlanması, Türkiye’nin dış politikada manevra ve etki alanının daralmasına neden olacağını düşünüyordum.
Hâlâ aynı görüşteyim.
Şimdi de Tayyip Erdoğan’ın bir başbakan olarak dış politikada Gazze’yle iligili olarak bir üslup sorunu olduğunu düşünüyorum.
Bazen ölçü kaçıyor.
Oysa, üslup ve ölçü dış politikanın ayrılmaz parçalarıdır.
Bir başbakanın iki dudağının arasında üslup ve ölçü kaçmaya başladığı vakit sadece ayıp olmaz, dış politikada da kaybedersiniz, zamanla etkiniz azalır.
Bunun gibi, dış politikada sokağa oynarken de son derece dikkatli olmak gerekir.
Sokaktaki adam nezdinde -veya örneğin Arap sokağında- kahramanlaşmaya dönük çabalar, eğer sınır fazla zorlanırsa -ki şimdilerde zorlandığı, hatta bazen aşıldığı kanısındayım- Bumerang gibi hiç beklemediğiniz anda ters de tepebilir.
Türkiye’nin hem ‘Batı aidiyeti’nden, hem de ‘coğrafyası’ndan kaynaklanan kritik dengeleri vardır dış politikada.
Yedi düvele meydan okuyan bir retoriğin cazibesine fazla kapılmak, Türk dış politikasının kritik dengelerini olumsuz etkiler, etki alanını, nüfuz alanını zamanla daraltır.
Yorum Yap