- 22.11.2012 00:00
FUTBOLU SEVMEYEN BU YAZIYI OKUMASIN |
Selçuk köşe vuruşunu yaptı. Top ne de güzel süzülüyor havada. Burak Yılmazhareketlendi, zıpladı. Nefeslerimizi tuttuk. Heyecandan kasıldık. Burak Yılmaz sanki bir an havada öyle takıldı kaldı ve öylesine müthiş bir kafa çıkardı ki... Hepimiz kendimizden geçtik.
Cuma gecesi perişandık. Galatasaray sezonun en kötü maçını oynamış, kendi sahasında Karabükspor’a 3-1 yenilmişti.
Ağzımı bıçak açmıyordu.
Sus pus olmuştum.
Üstelik böyle bir yenilgi sonrasında Ali Kırca’yla Arena’daki GS TV stüdyolarında Fatih Hoca’yla uzun bir sohbet yapacaktık.
Herkesin yüzünden düşen bin parçaydı.
Keyifler kaçmıştı.
Hatta bir ara kendi kendime düşünmedim değil, şu program son anda ertelense ne iyi olacak diye...
Takımdaki bu iniş çıkış neydi?
Bir maçla öbürü tutmuyordu.
Bir hafta harika, muhteşem diye ayaklarımız yerden kesilirken, bir sonraki maçta içimizi karalar bağlıyordu.
Nedendi bu istikrarsızlık?
Oysa geçen sezon şahane kapanmıştı. Üstelik büyük kupayı Saracoğlu’nda Fenerbahçe’yi de safdışı ederek kaldırmıştık. Yeni sezonun başlangıcı da fena sayılmazdı. Bu kez Erzurum’da Fenerbahçe’yi yenerek Süper Kupa’yı kazanmıştık.
Havamız öyleydi ki, 2000 Ruhu’nu yeniden konuşur olmuştuk. Peki ama yakamızı bırakmayan bu istikrarsızlık neyin nesiydi?
Fatih Hoca, fazla belli etmek istemese de kıpır kıpırdı. Ama bu istikrarsızlığın nelerden kaynaklandığını görüyordu, nedenlerinin bilincindeydi. O uzun gece, güleryüzlü ve nesnel kalmaya da özen göstererek hepsini gayet iyi tahlil etti.
Hangi somut adımlarla Avrupa’da da başarının yeniden yakalanacağını ve bu başarıları Galatasaray’da kalıcı kılabilecek kurumsallaşmanın da nasıl gerçekleşeceğini üç saati geçen canlı yayında anlattı.
Her zamanki gibi heyecanlıydı. İleriye bakıyordu. Karabük yenilgisi artık geride kalmıştı.
Ben bir ara, 2000 yılında UEFA Kupası’nı kaldırdığımız süreçteki maçları, özellikle Leed United’le olan yarı final maçının ve Arsenal’le oynadığımız Kopenhag’daki o muhteşem final maçının DVD’sini bazen hala seyrettiğimi söyledim.
Fatih Hoca da, İngiliz devi Arsenal’ı 120 dakikanın sonunda penaltılarla yendiğimiz bu final maçını arada bir evde odasına çekilip yalnız başına seyrettiğini söyledi.
Sonra da toparladı:
“Şimdi geçmişi bir yana koyalım, ileriye bakalım. Önümüzde uzun bir Avrupa yolculuğu var. Hep birlikte daha ne DVD’ler seyredeceğiz.”
Sanıyorum, önceki gece Arena’da 1-0 kazandığımız Manchester United maçı bu fevkalade DVD’lerin ilki oldu.
Nitekim, Fatih Hoca dün sabah telefonda kendisini kutlarken, “O gece sana söylemiştim, o maçların DVD’lerini bırak, yenileri geliyor diye... Bak işte ilki geldi bile” derken her zamanki heyecan ve enerjisini hissettiriyordu.
Muhteşemdi salı gecesi.
Aslantepe, futbolcusuyla taraftarıyla gerçekten aslan kesilmişti.
Muslera, Eboue, Semih, Dany ve Riera’yla Manchester United’e, namı diğer Kırmızı Şeytanlar’a maç boyunca pozisyon vermeyen, saflarında gedik bile açmayan bir savunmayla...
Selçuk ve nihayet eski formunu bulmaya başlayan Melo (bir de zaman zaman kırmız kart kıyısında oynamaktan, hakemle dalaşmaktan vazgeçse) ile tıkır tıkır işleyen orta sahayla...
Amrabat ve Hamid’le, elbette mükemmel oynamaya başlayan Riera ve gittikçe kendini toparlayan Eboue ile, su gibi akan kanatlarıyla...
Sonra da en ilerideki kule gibi iki golcümüz, Elmander ve Devler Ligi’nde şimdiden 5 golle krallığa oynayan Burak Yılmaz’la...
90 dakika boyunca Arena’nın tribünlerini dalgalandıran elli bin sarıkırmızılı taraftar, tam bir heyecan ve duygu fırtınası yaşadık.
O golü nasıl da bekliyorduk.
İkinci yarının hemen başında, ne unutulmaz birkaç dakikaydı o.
Dakika 52.
Eboue sağdan aktı, enfes kesti, top süzülüyor.
Melo fırladı, on sekize daldı.
Aman Allah’ım!
Havada uçtu ve altı pasın üstünden kafayı patlattı. Hay Allah, kaleci müthiş çıkardı. Melo kendinden geçmişti, elleriyle kollarıyla ayaklanın çağrısı yaptı tribünlere.
Bir anda coştuk.
Aslantepe ayaklandı.
Manchester abluka altında!
Dakika 53.
Selçuk köşe vuruşunu yaptı. Top ne de güzel süzülüyor yukarıdan aşağı. Burak Yılmaz hareketlendi, zıpladı.
Nefeslerimizi tuttuk.
Heyecandan kasıldık.
Burak Yılmaz sanki bir an havada öyle takılı kaldı. Ve öylesine müthiş bir kafa çıkardı ki...
Hepimiz kendimizden geçtik.
Bir Galatasaray kitabı
Galatasaray’ın 107 yıllık tarihi ya da ‘Galatasaray destanı’ kitaplaştırıldı. Atilla Aksoy’un Türkçe ve İngilizce olarak hazırladığı kitaplar, Galatasaray’ın bir spor kulübünden öteye anlam taşıyan bir kurum olduğunu çok güzel yazı ve fotoğraflarla anlatıyor. “Liderlik için Doğdu” ve “Born to Lead” başlıklarıyla sınırlı sayıda basılan kitaplar, altyapıya 250 TL ve üstünde bağış yapan tüm Galatasaraylılara hediye! Bağışta bulunmak ve kitaplardan edinmek isteyenler, Galatasaray Kulübü’nün İletişim Koordinatörlüğü’nden Melis Erbak’a (melis.erbak@galatasaray.org - 0212 305 19 05/4133 - 0536 934 73 66) başvurabilirler.
Yorum Yap