- 6.04.2011 00:00
Geç kaldım, öğle üzeri Cafe Fanelli’ye doğru hızlı hızlı yürüyorum. Cep telefonum çaldı.
Kim, bilmiyorum.
Son derece nazik konuşuyor.
Kendini tanıtıyor.
Avrupa Birliği başkentlerinde halen görev yapan bir büyükelçimiz. Anlaşılan benim Los Angeles yazılarından rahatsız olmuş.
Türkçesi çok düzgün.
Kendini iyi ifade ediyor.
Dosyasına hâkim bir diplomat...
Biraz Büyükelçi Şükrü Elekdağ gibi, galiba ‘Ermeni kaseti’ni takmış biteviye konuşuyor çünkü...
Tarzı biraz da Büyükelçi Onur Öymen’e benziyor. Görüşlerini diplomatik bir örtünün altında ne kadar dengelemeye çalışsa da, üslubu ve belki biraz da malumat furuşluğuyla insanın üstüne üstüne geliyor.
Dışişleri’ndeki Elekdağ-Öymen ekolünün karışımı da olabilir.
Ama ne kadar nazik, ne kadar diplomatik dille konuşsa da ben anlıyorum. Bana aslında demek istiyor ki:
“Hasan Cemal o kadar cahilsin ki, seni aldatıyorlar.”
Hay Allah!
Ben de dinliyorum kendisini, kalabalık bir New York sokağında sağa sola çarparak yürürken...
Bazen sersemliğim tutar işte...
Kapat telefonu gitsin.
Bin kere dinlediğin kaset, bir kez daha kulağının dibinde çalıyor.
Bu kaseti çala çala Türkiye bütün dünyada kendi başına, neredeyse tek başına kaldı 1915 konusunda...
Bunu belirtiyorum.
Ve yine aynı plak:
“Ama efendim Türkiye olarak gerekeni yapmadık ki bugüne kadar...”
Bu sözü kim bilir kaç yıldır, kaçıncı defadır dinliyorum.
Yazık.
Türkiye, tarihe bugüne kadarki resmi bakışıyla kendini dünyaya anlatamadı, anlatamaz da.
Çünkü, Türkiye ‘resmi tarih’le 1915 dahil birçok tarihi gerçeğin üstünü örtmüştür. Cumhuriyet devleti dünden bugüne kendi insanını ‘yalanda yaşatma’yı marifet bellemiştir.
Ama sonuç hüsrandır.
Büyük hayal kırıklığıdır.
Elbette bu topraklarda yalnız Ermeniler değil, yalnız Kürtler değil, Türkler de acı çekmiştir.
Ama bu noktadan hareketle iki şey yapılamaz:
Birincisi:
Acılar mukayese edilemez.
İkincisi:
Tarihimizin 1915 gibi kepaze sayfalarına kulp takılamaz.
Ayrıca kulp takmak, insanlığa karşı işlenen suçlara iştiraktır.
Sesinden genç bir diplomat olduğu anlaşılan büyükelçimize bunları söylemedim.
Ama kendisine tavsiyem, bundan böyle artık biraz da, resmi tarih yerine alternatif tarih kitapları okumaya başlamasıdır. Türkiye’nin ‘şifreleri’ni başka türlü çözemez çünkü...
İttihat Terakki’nin 1915’ini yerli yerine oturtmadan, başta Kürt sorunu olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti’nden bugünlere miras temel siyasal sorunlara akıl erdirmek imkânsızdır.
Genç sefirimizi dinlerken, öbür kulağımda o Hakkârili aydının hiç unutamadığım sözü çınlıyordu:
“Bu topraklarda Kürtler yaşadıklarını, Ermeniler öldürüldüklerini yıllardır kanıtlamaya çalışırlar.”
Nihayet Cafe Fanelli’ye geldim.
Yemek vakti, bugün daha dolu.
Ama benim masa yine boş. Pencerenin kenarındaki sokağa bakan şu saksılı masa. Bir de kırmızı puantiyeli örtü muşambadan olmasaydı...
Kahvemi söyleyip bilgisayarımı açarken, cep telefonuma birbiri ardından çın çın düşüyor meşum mesajlar...
İlk mesaj Kanat Atkaya’dan:
“3-0’ı da gördük Antalya karşısında...”
Kanat’ın içi karalar bağlamış...
Fenerli dostlar ise şen şakrak!
Mustafa Oğuz’un mesajı:
“Trabzon’a da yenilirseniz küme düşersiniz!”
Mehmet Ali Bayar’dan:
“Galatasaray ligi şaşırdı galiba. Bank Asya seneye... Bu yıl hâlâ Süper Lig!”
Yazık ki yazık!
Bu hallere de mi düşecektik?..
Kongremiz ne zaman?..
Yorum Yap