- 20.10.2012 00:00
Fazıl Say davası... Cezaevlerinde açlık grevleri... Bir yanda ifade özgürlüğü... Diğer yanda insan hakları... Bu iki pencereden Türkiye’ye bakınca, dertlerimizin ne kadar çok olduğu, ne kadar derine indiği görülür ama...
Fazıl Say davası... Cezaevlerinde açlık grevleri...
Bir yanda ifade özgürlüğü...
Diğer yanda insan hakları...
Bu iki pencereden Türkiye’ye bakınca, dertlerimizin ne kadar çok olduğu, ne kadar derine indiği görülür.
Elbette yeni bir şey değil.
Kendimi bildim bileli Türkiye demokratik hak ve özgürlükler açısından özürlü bir ülke olmuştur.
Bu topraklarda devlet, kendi suyuna gitmeyen sanatçısına, yazarına çizerine, düşünürüne ya da siyasetçisine hoyrat davranmış, zulmetmiştir.
Herkes devlet gibi düşünsün istemiştir.
Kendi koyduğu ‘doğrular’ın sorgulanmasına karşı çıkmıştır. ‘Aykırı düşünce’lere geçit vermek istememiştir. Demokrasileri demokrasi yapan ‘eleştirel düşünce’ye kapıyı kapatmıştır.
Bizim devlet böyle bir devlettir.
Kendini sever.
Yasakçılığı sever.
Demokrasiyle, hukukun üstünlüğüyle bağdaşmayan bu düzeni bir türlü tam değiştiremiyoruz.
Ne yazık.
Bir şiir okuduğu için hapis yatmış, siyasal haklarından mahrum bırakılmış bir Başbakan tarafından yönetiliyor olmamıza rağmen değişmiyor bu acı gerçek.
Devlet hep tepemizde.
Demokles’in kılıcı gibi...
Hazin değil mi?
Hapishanelerde hâlâ ‘fikir suçluları’ var. Hâlâ gazeteciler yatıyor demir parmaklıklar arkasında. Ve attığı bir tweet’ten dolayı Fazıl Say’ı da yargılayabiliyoruz.
Demokrasi bunun neresinde?
Hani özgürlük düzeni?
İfade özgürlüğü olmayan yerde demokrasi olmaz. Özgürlüklerin bu kadar hiçe sayıldığı bir ülkenin demokrasisi ancak ikinci sınıf, üçüncü sınıf olabilir.
Niye bu duyarsızlık?
Geçenlerde Hakan Altınay’ın Radikal’de bir yazısı çıktı, başlığı ilginçti:
“İfade hürriyetinden bana ne.”
Bir bölümü şöyleydi:
“ABD, ifade özgürlüğünün en geniş uygulandığı yer. Orada, Amerikan bayrağını yakmak ya da üzerinde ABD Başkanı’nın resminin basılı olduğu tuvalet kâğıdı satmak, almak ya da kullanmak yasal.
Şiddet çağrısı içeren ifadeler konusunda da Amerikan sistemi çok serbest. ABD’de ‘Kürtaj yapan doktorları öldürmek lazım’ diyen bir yazı yazabilirsiniz. Amerikan mahkemeleri bunu ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirir.
Yapamayacağınız şeye gelince... Benim evimin önünde, ‘Hakan Altınay kürtaj yapan bir doktor ve öldürülmesi lazım’ demektir.”
Evet, bu suçtur ABD’de.
Açık ve yakın tehlike kriteri ancak bu sınırda devreye girer. Amerika’ya kıyasla Avrupa’da ifade özgürlüğü sınırları biraz daha dardır.
Ancak, bizdeki kadar darını bulmak çok zordur. Birinci sınıf demokrasilerde hiç rastlanmaz.
Bu açıdan AB Komisyonu’nun Türkiye 2012 İlerleme Raporu’na şöyle bir göz atmak bile, ifade özgürlüğü sınavından nasıl döküldüğümüzü, kırık notlarımızın ne kadar çok olduğunu gösterebilir.
İfade özgürlüğünde olduğu gibi insan haklarında da duyarlı değiliz.
Bugün Türkiye’nin 53 cezaevinde 400’ün üzerinde tutuklu ve hükümlü açlık grevi yapıyor.
40. gününde bu grev.
Açlık grevleri her an ‘ölüm oruçları’na dönüşebilir.
Lütfen anımsayın.
Bir zamanlar hayata dönüş adını taşıyan katliamlar da böyle başlamıştı cezaevlerinde...
Bu eylemi yapanların çoğunluğunu PKK’lıların oluşturması, eğer insan hakları diyorsak, bu açlık grevlerine hiç olmazsa insaniyet namına eğilmemizi engellemesin.
Yorum Yap