- 23.09.2012 00:00
Hukuk herkese lazım, hepimize lazım. Balyoz davasında karar açıklandıktan sonra televizyon ekranlarına yansıyan sanık yakınlarının feryatları bu gerçeğin altını kalın olarak çiziyordu. Gelin, Türkiye’de herkes el ele versin, el ele verelim, demokrasi ve hukukun üstünlüğünü ayaklarının üstüne sağlam biçimde dikmek için...
Türkiye, askeri darbeleri tüm acılarıyla yaşamış bir ülkedir. Türkiye, askerin yıllar yılı siyasetteki yerine çok aşina bir ülkedir.
Türkiye, askerin politika içindeki yerinin demokrasi ve hukuk devletini nasıl ikinci sınıflığa mahkum ettiğini bilen bir ülkedir.
Türkiye, askerin yıllar yılı devlet içinde devlet ya da eli silahlı siyasal parti gibi davrandığına acı örnekleriyle şahit olmuş bir ülkedir.
Türkiye, askerin kendini yıllar yılı hukuk-üstü gördüğü ya da demokrasiye aykırı şekilde kendi hukukunu yaratmış olduğu bir ülkedir.
Kısacası:
Asker hep ‘ayrıcalıklı’ydı.
Kendini hep kurtarıcı gördü.
Ayrıcalıklarını, kurtarıcı rolünü abarttıkça abarttı. Halkın oyuyla seçilen sivil iktidarların alanını sürekli daralttı.
Darbelerle kırmızı çizgiler çekti.
Bunları anayasallaştırdı.
Sivil müttefikleriyle birlikte ‘millet iradesi’nin tepesinde kendi ‘askeri vesayeti’ni kurdu.
Türkiye darbeleri böyle yaşadı.
27 Mayıs böyle geldi.
Menderes’ler böyle asıldı.
12 Mart böyle geldi.
Deniz Gezmiş’ler böyle asıldı.
12 Eylül böyle geldi.
Erdal Eren’ler böyle asıldı.
Kürt sorunu böyle derinleşti.
PKK sahneye böyle çıktı.
Siyaset yasaklarıyla istikrarsızlık tohumları böyle ekildi.
28 Şubat böyle geldi.
Bütün bu askeri darbeler ve sivil siyasete müdahalelerle Türkiye’de demokrasi ve hukukun üstünlüğü ikinci sınıflığa mahkum edildi, kösteklendi.
Birinci sınıf demokrasi ve hukuk Türkiye’yi böler ve ‘irtica’nın elini güçlendirir diye özetlenebilecek yanlış görüş ya da demokrasi korkusu, yıllar yılı askeri vesayeti besledi bu ülkede...
Askerin ve sivil müttefiklerinin Türkiye’ye uzun yıllar yaşattıkları bu demokrasi korkusu, 28 Şubat sonrası ve 28 Şubat’a rağmen Ak Parti’nin seçim sandığından tek başına çıkmasıyla birlikte yeniden fena halde depreşti.
Asker yine düğmeye bastı.
Yine darbe tezgahları kuruldu.
Daha öncekilerde olduğu gibi, darbe ortamları oluşturmak için operasyonlar tasarlandı, bazıları uygulamaya sokuldu.
Ayrıntıya girmiyorum.
İsim de vermiyorum.
Ama bütün bunlar gerçekti.
Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Özden Örnek’in günlükleri okunabilir. Ya da Mustafa Balbay’ın günlüklerine göz atılabilir.
Bu günlükler, 2000’lerin başındaki askeri darbe tezgahlarını biraz olsun anlamak isteyenlere yeterince fikir verebilir.
Bu satırları elbette Balyoz Davası nedeniyle yazıyorum.
Bu dava beraat kararlarıyla sonuçlanabilirdi. Veyahut yarın bu davadaki mahkumiyet kararları Yargıtay tarafından bozulabilir de.
Ama benim satırlar değişmez.
12 Mart’ı anımsıyorum.
1971’deki 9 Mart darbe girişimiyle ilgili Madanoğlu Davası beraatle sonuçlanmıştı. Kaç yıl boyunca darbe için yeraltında çalışanlar aklanmış, demokrasi kahramanı gibi tekrar sahneye geri dönmüşlerdi.
Gerçek öyle miydi? Hayır.
Ben de o zamanlar demokrasiye inanmayan bu oyunun bir parçasıydım, Doğan Avcıoğlu ve Devrim dergisinin fedai yazı işleri müdürü olarak.
İşin aslını yıllar sonra Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım adını taşıyan kitabımda anlatmıştım.
Farkındayım.
Artık bu ülkede darbe zor!
Askerle politika demokrasilerde olması gereken olağan rayına oturmaya başladı.
Askeri vesayet çözülme yolunda...
Ama her şey bitmedi.
Daha yapılacak çok şey var.
Demokrasi ve hukukun üstünlüğü eğer Türkiye’de de birinci sınıf olacaksa, anayasal, yasal ve kafasal olarak çok şeyin mutlaka değiştirilmesi gerekiyor.
Ama vurgulamak şart:
Ak Parti iktidarı bu bakımdan uzunca süredir ipe un seriyor.
Oysa hukuk herkese lazım.
Hepimize lazım.
Balyoz davasında cuma günü karar açıklandıktan sonra televizyon ekranlarına yansıyan sanık yakınlarının feryatları bu gerçeğin altını kalın olarak çiziyordu.
Gelin, Türkiye’de herkes el ele versin, el ele verelim, demokrasi ve hukukun üstünlüğünü ayaklarının üstüne sağlam biçimde dikmek için...
İyi pazarlar!
Yorum Yap