Hükümet ve Diyanet

  • 14.07.2012 00:00

 Hangisi daha korkunç? 9 Ekim 1978’deki Bahçelievler cinayetinin, o dönemin sıcak sağ-sol çatışmaları içinde vurup vurulmaktan çok farklı, soğukkanlı bir gaddarlık ve hunharlığı temsil eden (avukatlarının “kahramanlarım” dediği) katillerinin tahliyesi için son anda yargı paketine özel bir AKP-MHP (yani Taraf ’ın çok haklı olarak altını çizdiği gibi düpedüz bir “Milliyetçi Cephe”) maddesinin eklenmesi mi ? Bu manevranın belki pratik sonuçlarından çok, yansıttığı yüzsüzlük ve utanmazlık düzeyi mi ?

Yoksa hükümetin önce kürtaj konusuyla girdiği, şimdi Alevilik ve cemevleriyle devam ettirdiği, çeşitli konularda politika belirler ve savunurken Diyanete başvurma mecrası mı ?

Ha doğrudan fetva almış, ha web sitesine bakmış; ne fark eder ? İş “İslâmın icabı nedir” veya “İslâmiyete ne kadar yaslanabilirim”e gelip dayanıyor mu, dayanmıyor mu? Bir kere bu, hukukî bir suç isnadı değil, salt siyasal bir saptama olarak söylüyorum; laikliğin (ve öyle maksimalist de değil, minimalist bir laikliğin) açıkça ve düpedüz ihlâli değil mi? Herhangi bir hükümet, yapacağı ve yapmayacağı işlerde İslâmiyete (veya başka herhangi bir inanç sistemine) uygunluk ölçütünü esas almaya başlarsa, bu, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması ya da insanlar arasındaki ilişkilerin dinî kurallara göre düzenlenmemesi ilkesinin terki demek olur mu, olmaz mı?

Kürtaj olmamalı, deniyor, çünkü İslâma aykırı. İnançlı Müslüman kadınlar (veya bir bölümü) bunu gönüllü olarak kabullenebilir, diyelim. Peki ya Hıristiyan veya Budist veya dinsiz kadınlar ne yapsın? Kendi akide veya akidesizlikleri açısından gönüllü olmayacakları bir uygulamayı onlara “İslâmın icabı” diye zorla dayatır veya dayatabilmeyi savunur; hükümet olarak böyle bir düşünce ortamını hazırlamaya başlarsanız, bu, sivil toplumun dinî açıdan yeniden düzenlenmesi anlamını taşır mı, taşımaz mı ?

Aynı şekilde, “Aleviler de (Müslümandır ve dolayısıyla) ibadetlerini camide yapmalıdır” demek, aşikâr ki inançlı Sünnî Müslümanlara doğru geliyor ama gene aşikâr ki Alevilerin kendilerine doğru gelmiyorsa, kural budur, buna uyacaksınız noktasında ısrar etmek, şu veya bu mezhep ya da dine mensup insanların ibadet yer ve tarzını, genel demokrasi ve özgürlük kurallarına göre değil, başka bir dinin kurallarına göre belirlemek isteyen bir zihniyet ve yönelimi yansıtır mı, yansıtmaz mı ?

Cemil Çiçek ve Bülent Arınç’ın demeçlerine bakıyorum; özetle, “biz Müslümanız, dinimiz böyle diyor, öyleyse böyle olacak” diyorlar. Bu tavır ister istemez, kişisel hayat tercihlerini herkese dayatmakta herhangi bir problem ve sakınca görmediklerini de açığa vuruyor.

Bir noktayı netleştireyim: Ben istisnasız bütün dindarların, inançlarının şahsen, birey olarak kendilerine ne emredip emretmediği konusunda papaya, papaza, hahama, imama, müftüye veya Diyanet İşleri Başkanlığı denen bu garip kuruma danışabilmesinden yanayım. Ama bir, bunu hükümet ve siyaset adamları, toplumu düzenlemek adına yapamaz. İki, din adamları ve/ya kurumlarının açıklamaları da, başka mezhep ve inançlar için neyin doğru, neyin yanlış olduğunu kapsayamaz. Birincisi AKP’yi, ikincisi Diyaneti ilgilendirir. Ve ben işin kendi payına düşen kısmında Diyanet’in tavrını da utanç verici buluyorum.

Çağdaş demokrasi ve hoşgörü kadar tarih ve din öğretimine sağlıklı bir yaklaşımın da icabı, olmazsa olmazı çok-perspektifliliktir; kendini başkalarının yerine, kendi doğrularını başkalarının doğrularının yerine koymamaktır. Oysa Diyanet her zaman, sırf Sünnî İslâmın içinden konuşuyor; başka din ve mezheplere ilişkin hükümleri de bu açıdan veriyor; ne kadar eleştirilirse eleştirilsin, bu darlık ve bağnazlıkta hiçbir değişiklik olmuyor.

Taraf çıktığında ben Harvard’daydım; 15 Kasım 2007’den itibaren, oradan yazmaya başladım. 23 Nisan 2008’de, o zamanın Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu gelip bir konuşma yaptı; tartışmalar sırasında ben de söz alıp bazı eleştirilerde bulundum; sonra da düşüncelerimi bu köşeye taşıdım (10 Mayıs 2008; o hafta Taraf 20,700 satıyormuş).

Şöyle demişim, örneğin: “Bardakoğlu, Diyanet’in görevini ‘kendi dinimizi doğru öğrenmemizi sağlamak’ diye tanımladı.

Konuşmanın her zerresine sinmiş bu ‘doğru din’ vurgusu, ‘bilimsel bir doğruluk’tan söz etmesine; hattâ bir yerde, sonradan düzeltse de, doğa bilimlerine özgü scientific sözcüğünü kullanmasına kadar vardı. Bu israr problemli, çünkü bütün din ve mezheplerin farklı yorumları var. Bu, bir bilim alanı değil bir iman alanı. Tanım icabı sübjektif. Bu yorumların herhangi birini ‘doğru’ saymak, sadece kişinin öznel tavrını yansıtır. Örneğin Atatürkçülüğün ‘bâtıl [?] inançlardan arınmış bir İslâmiyet’ söylemi, belirli bir tercihin ‘bilim’ diye takdimi demek.” Devam etmişim: “Belirli bir iman-yorumun güçlü, aşırı epistemolojik özgüveni, çeşitli inanışlar alanına tek yanlı olarak uygulanırsa, problemlerin çığ gibi büyümesi kaçınılmazdır.”

O günlerde Bardakoğlu, cemevlerinin ibadet yeri sayılmasına Aleviliğin ayrı bir din olşduğunu kabullenmek anlamına geleceği gerekçesiyle karşı çıkmış; ayrıca, zorunlu din derslerini savunmayı da sürdürmüştü. Dört yıl önce de sormuşum: “Bunları söylediği anda, kendi Sünni Müslümanlık yorumunun ‘doğru’larını başka inanç sahiplerine de dayatmış; kendi öznelliğini onların öznelliği yerine geçirmiş olmuyor muydu?” İtirazlar karşısında, demişim, Bardakoğlu “bir türlü kendi iç çelişkisini algılamadı.”

10 Mayıs 2008; 15 Temmuz 2012. Aynı yerde duruyoruz diye de avunamayacağım. Durumun daha kötüye gittiği kanısındayım.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums