Nâzım ve Nihal Atsız : bir karşılaştırma

  • 13.06.2012 00:00

 1930’ların üç tipik rejimi : Nazi Almanyası, Stalin’in Sovyetler Birliği ve Kemalist Türkiye. İktidardaki haliyle kadın, aile, annelik ve kürtaj politikalarına eğilmeden önce, ideolojik arka planlarını yan yana koymak istedim. Önemli bir karşılaştırma vardı aklımda, geçen sefer yerim kalmadığı için giremediğim. Türkiye’nin gelmiş geçmiş en su katılmadık (İtalyan anlamında Faşisti değil, doğrudan) Nazisi diyebileceğimiz Nihal Atsız’ın, “burjuva” kadınlarına ve onlar üzerinden genel olarak kadınlara ilişkin tavrı ile Nâzım’ın söylemi arasındaki paralelliklere dikkat çekeceğim.

Unutmayalım, buraya nereden geldiğimizi. 1920’lerin garçonne’larının erkekleri nasıl korkuttuğunu; kısa saçlı, dar kalçalı, sigara içen ve spor giyinen bu androjen tiplerin annelik idealine çok uzak gözüktüğünü Mark Mazower’dan aktarmış (7 Haziran): ardından, o yıllarda Nâzım’ın da farklı kafada olmadığına dikkat çekmiştim. Özellikle 9-12-14-15 Aralık 1934’te peş peşe yazdığı dört yazı, bu açıdan çok ama çok kötü. “Doğal” saydığı toplumsal cinsiyet rollerinin korunması ve (kıyafet gibi) farklılık çizgilerinin aşılmamasında israr; genç kız ve kadınları “kötü” yollardan korumaya yönelik, yukarıdan ahlâk vaazları; boyanmaya ve açık giyinmeye karşı sert “patron” uyarıları ne ararsanız var. İkide bir “eşitlik” diyor ve sonra hemen “ama”sını ekliyor. Ben ahlâkçı değilim diyorsa da, hele “açık giyinip etinizi sergilemek suretiyle [biz] erkeklerin içini gıcıklıyorsunuz” gibi cümleleriyle, geleneksel “fuhşiyat” edebiyatının kıyısında dolaşıyor.

Nâzım’ın bu yazılarından sekiz, Peyami Safa’nın Fatih-Harbiye’sinden (1931) beş yıl önce, Nihal Atsız,Topal Asker şiirini yazmış (1926). Belki Millî Mücadele’de, fakat öyle olması da şart değil, genel olarak vatanın ve milletin düşmanlarına karşı savaşırken sakat kalan bir Türk askeri, Alman proto-faşizmininVolkisch damarından beslenen bir halkçılık, ya da SA hücum taburlarının “proleter”liği, ya da keza MHP ve Ülkü Ocaklarının “pleb sokak faşizmi” içinden konuşup, “sınıf nefreti”ne hedef olarak kozmopolitizmi; alla franca’yı; yukarı sınıf, “ecnebi” ve “burjuva,” yani “kötü” olan her şeyi temsil eden bir genç kızı seçer :

Ey saçları “alâgarson” kesik hanım kız !

Gülme öyle bana bakıp sen arsız arsız !

Bacağımla alay etme pek topal diye.

Bir sorsana o topallık nerden hediye ?

Sen Şişli’de dansederken her gece gündüz

Biz ötede ne ovalar, çaylar, ne dümdüz

Yaylaları geçtik; karlı dağları aştık;

Siz salonda dansederken bizler savaştık.

Ey dudağı kanım gibi kıpkırmızı kız,

Gülme öyle bana bakıp sen arsız arsız !


 
Aradaki fark başlangıçta sadece sınıfsal ve kültürel gözükse de, beyitten beyite sertleşip ahlâkçı bir reddiyeye, bir fahişelik ve hattâ (beterin beteri) yabancılarla yatıp kalkmışlık suçlamasına doğru evrilir. Bu, Kemalizmin milliyetçi-gerçekçisi Yakup Kadri’nin Sodom ve Gomorre’siyle Nâzım kadar Nihal Atsız’ı da buluşturan bir noktadır :

Çünkü orda düşmanlarla boğuşurken biz

Siz muhteşem salonlarda şarap içtiniz !

Ey gözünün rengi bana yabancı güzel,

Her yolcunun uğradığı ey hancı güzel !

Sen yabancı kucaklarda yaşarken her gün

Yapıyorduk biz de kanla, barutla düğün.

 
Fuhuş teması giderek büyür, genişler, başka her şeyi yutar. Çanakkale Şehitleri’nde Mehmed Âkif “medeniyet”i (= Batıyı) sürekli kılık ve tavır değiştirip bizi aldatan “yüzsüz” bir “âfet,” bir “kahpe” gibi resmeder. Nihal Atsız’a geldiğimizde is bu “kahpe,” bu “kötü kadın” artık dışarda değil içerdedir; “içimizdeki düşman”ın bir tezahürünü simgelemektedir :

Gülme öyle bana bakıp pek arsız arsız

Sen ey dışı güzel, fakat içi çamur kız !

Sana karşı haykıranı, mecbursun, dinle;

Bugün hesap göreceğiz artık seninle :

Ben cephede geberirken, geride vatan

Aşkı ile bin belâlı işe can atan

Anam, babam, karım, kızım eziliyorken

(...)

Bana anlat, anlat bana, siz ne yaptınız ?

Köpek gibi oynaştınız, fuhşa taptınız !

Anavatan boğulurken kıpkızıl kanda

Yalnız gönül verdiniz siz zevke, cazbanda...

Ey nankör kız, ey fâhişe, unutma şunu:

Sizin için harbederken yedim kurşunu.

 
Son dizedeki kıymeti bilinmemişlik ifadesi, bana bu yakınlarda Gürbüz Özaltınlı’nın dikkat çektiği, soldaki “fedakârlık” böbürlenmesi ve dolayısıyla kendini hep haklı, hep dokunulmaz bulma eğilimini hatırlattı. Nihal Atsız’da, asker-erkeğin milliyetçi ve kadın düşmanı öfkesi bir kreşendo halinde kabarır; bir yandan sözcük dağarcığı tükenip sırf küfürler kalırken, diğer yandan öldürme tutkusuna ulaşır :  

Ya siz nasıl yaşadınız? Bizim kanımız

Size şarap oldu sanki... Şehit canımız

Güya sizin mezenizdi ! Yiyip içtiniz;

Zıpladınız, kudurdunuz arsız, edepsiz !..

Gerçi salonlarda senin “yıldız”dı adın,

Hakikatte fâhişesin ey alçak kadın !

Ey allıklı ve düzgünlü yosma bil şunu;

Bütün millet öğrenmiştir senin fuhşunu.

Omzunda neden seni fuzulî çeksin ?

Kinimizin şiddetiyle gebereceksin !

 
Bütün bunları Nâzım’a yakıştırmak tabii mümkün değil. Ne ki, sırf arsız, edepsiz veya ahlâksız sayılan; açılmak, boyanmak, dans etmek, eğlenmekle suçlanan kadınların nasıl tasvir edildiğine bakın. Madalyonun diğer yüzünde, bu ruh ikizliğini görmezden gelmemiz de olanaksızdır.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums