‘Fuhşiyat’ın ardındaki özgür kadın korkusu

  • 7.06.2012 00:00

 Çok sevdiğim iki insandan birinin altı yıl önce, diğerinin geçen hafta ölümü, değerleri ve umutlarıyla birlikte bütün bir dönemin de gene ve bir kere daha kapanması anlamına geldi. İlk, Sovyetlerin çöküşüyle kapandı bu dönem; Mehmet Ali Aybar öldüğünde tekrar kapandı; Mihri Belli ve Nihat Sargın öldüğünde tekrar kapandı; o kuşakların ünlü-ünsüz her mensubu öldüğünde tekrar kapanıyor. Benim, bizim, bizlerin gençliğimiz de her seferinde biraz daha ölüp uzaklaşıyor onlarla birlikte. Ne ki, pek nostaljiyle ve idealize ederek baktığım da söylenemez o gençliğe. Hatırlamak, evet; sürekli güzellemek ve mutlaklaştırmak, hayır.

Bu da, yakında 1 Mayıs 77’den geçerek dönmeyi umduğum sosyalizm tartışmasına bağlanan bir iplik tabii. Oradaki pozisyonum belli; sosyalizm transandantal değil tarihsel bir kategori; başlı ve sonlu bir kategori ve böyle dediğim, böyle baktığım anda da ister istemez bitmiş, tükenmiş bir tarihsel kategori benim için. 150 yıl boyunca taşıdığı, tercüman olduğu (daha fazla demokrasi gibi, özgürlük ve sosyal adalet gibi) özlemler sürecekse, sosyalizm bayrağı altında değil, başka ad ve kılıklarla sürecek. Öte yandan, sosyalizmin üç büyük ideolojisinden biri olduğu 19. ve 20. yüzyıl tarihinde, maalesef bitmeyen şeyler de var, insanlığın büyük trajedilerden bir türlü ders çıkaramayan dar kafalı politikacıların dört elle sarıldığı. Bunlardan biri, ister Hıristiyan ister Müslüman, ya da ister Nazi ister Stalinist, her tür ataerkil muhafazakârlığın ve şimdi de Başbakan Erdoğan’ın gündeme getirdiği Sosyal Darwinist “büyük nüfus” takıntısı ile, uzantısında, erkek devletin ve erkek elitlerin kadın bedeni üzerinde hak iddiaları.

Ve bence, proto-faşizm gibi genel ideolojik arkaplanlar da dahil, temelinde korku yatıyor : birincisi, “millî öteki”lerimizin, (Fransızlar için) Almanların, (Almanlar için) Slavların, (Osmanlı Türk-Müslüman nüfusu için) Hıristiyanların, özellikle de Rum ve Ermenilerin, (bir zamanlar Sovyetler için) Türkî nüfus gruplarının, (Sırplar için) Arnavut Kosovalıların, (Han Çinliler için) Tibetlilerin veya Uygurların, (bugünkü TC için) Kürtlerin “biz”den daha hızlı çoğalacağı ve şu veya bu coğrafyada üstünlüğü ele geçireceği korkusu. İkincisi ise düpedüz bir erkek zaafı : kişilikli; kendi ayakları üzerinde duran; cinsel tercihlerini de özgürce yapabilen; modern hayatın akışı içinde, çeşitli ortamlarda farklı erkekler tanıyıp onlarla birlikte olma olanağını elde eden kadının, (erkeklerin sırf kendilerine alıkoymak istediği) bu hakkı istediği, dilediği gibi kullanması ihtimalinden dehşete kapılan patriyarkinin, imtiyazlı konumunu koruma kaygısı. Bunun için, gelsin bir yığın ahlâk vaazı; ne zaman kadın özgürlüğünün genişlemesi (ya da, daraltılmasına karşı tepkiler ve mücadele) söz konusu olsa, gelsin (5 Haziran’da Mehmet Şevket Eygi’nin Millî Gazete’de yaptığı gibi) “fuhşiyatla savaş” sancağının açılıp, kadını gerisin geri “aile ve annelik hapishanesi”ne tıkma çabası.

Çok yeni değil, kuşkusuz. İslâm âlemiyle de sınırlı değil; Avrupa’da, daha 19. yüzyılın ikinci yarısında, orta sınıfların kent yaşantısı bağlamında kadınlar kamusal alana adım atar atmaz, bu yeni ve güçlü kadın tipinin çok ileri gitmemesi için nasıl kontrol altında tutulacağı, ne gibi yeni söylemlerle “erkeği”nin yanından ayrılmamasının sağlanacağı arayışlarının da baş gösterdiğini görüyoruz. George Bernard Shaw’un Candida’sını alalım; nedir mesele ? Papaz James Morell’in mutlu evliliği sarsılıyor, çünkü ortaya tehlikeli bir rakip çıkmıştır ve karısı Candida birini seçecektir ya kocasını, ya da genç şair Eugene Marchbanks’i. Önce ödü patlar ama sonra rahatlar Morell, çünkü karısı tercihini gene ondan ve aile yuvasından yana kullanmış; “zayıflığı ve yalnızlığı”ndan başka sunacak bir şeyi olmayan o bohem delikanlıyla çekip gitmemiştir. Bir yönüyle, Kraliçe Victoria döneminin son derece sathî ve konvansiyonel “burjuva ahlâkı”na bir eleştiridir kuşkusuz. Kadının seçme hakkı tartışılamaz. Öte yandan Candida “olgun ve makul” bir tavır almış, aşırıya gitmemiştir. Bunun, “aile babası” erkeklerin derin cinsel yenilgi kaygılarını teskin edici yanını da görmek gerekir.

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra bu korku ve endişeler büsbütün artacak; eski toplumsal cinsiyet rollerinin altüst olması, özellikle yeni hizmet sektörlerinde kalabalıklaşan yeni kadın tiplerine karşı “cinsel Bolşevizm” suçlamasını da beraberinde getirecektir. 1920’lerin dar kalçalı, saçı topuzlugarçonne’larının, diyor Mark Mazower, bencil zevkleri uğruna milletin geleceğine boş vermişlikleri (kime ?) ürkütücü geliyordu. “Sigara içen, saçını kısa kestiren, pijamayla veya spor kıyafetlerle dolaşan, gitgide erkek arkadaşlarına benzeyen” bu androjenlerden, sorumlu bir annelik nasıl beklenebilirdi ?

İlginçtir; Türkiye’nin 1930’lardaki en radikal aydını olarak temayüz eden Nâzım Hikmet de aynı kafadaydı. Sovyet devrimini yaşamıştı; üstelik, bir erkek olarak hep sayısız kadına âşık oluyor ve sonra hep terk ediyordu (Pirâye ve Münevver’e varıncaya dek) ama gazete köşelerinde, ahlâkçı vaazlar vermekten de geri durmuyordu kadınlara karşı. “Kızım, sana söylüyorum, çok açık giyiniyorsun. Kızım, çok boyanıyor, modayı fazla izliyorsun.” Ya da : “Ne demek oluyormuş kadınların erkek gibi pantolon giymesi ? Oldu olacak, sakal ve bıyık da bıraksınlar bari.” Ya da : “Memleketimizde yabancı [= emperyalizm ?!] icadı iki tuhaf dernek veya akım vardır; biri hayvan sevenler, biri de feministler.” Dahası : “Çeşitli hayvanları mesleklere benzetmek mümkünse, ben feministleri en çok devekuşuna benzetirim.”

İnanmıyor musunuz, bu kadar kadın düşmanı olabileceğine ? O yıllardaki gazete yazılarını açıp okur, siz de görürsünüz.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums