‘Führer ilkesi’ ve Kızılelma

  • 12.04.2012 00:00

KCK Sözleşmesinin Öcalan’ı en yüksek “önderlik kurumu” olarak tanımlaması için, bir tek, demiştim, Hitler’in olağanüstü konumu ve yetkileriyle karşılaştırılabilir (4 Nisan). Tabii bu, PKK’nın doğrudan Nazizmi incelediği ve örnek aldığı demek değil. Ancak Nazizmle (Nazizmin de içinden fışkırdığı 19. yüzyıl sonu fideliğiyle) paylaştığı öyle bir milliyetçi mistisizm var ki, elitist (anti-popülist) ve Aydınlanmacı tavrıyla Kemalizmde bile o kadar net gözlenmiyor. Bu da bizi, daha çok böyle mistik milliyetçiliklere özgü bir lider fetişizmine getiriyor (5 Nisan).

Mesele şu : Adolf Hitler sonunda Führer oldu, kendine Führer dedirtti, Führer’liğini bir yığın yasa ve kararnameye de soktu –ama bu terimi kendisi icat etmedi. Kavramın öncelleri çeşitli fikir akımlarında mevcuttu. Hegel’de ve sonra Schopenhauer’de, Napolyon örneğinden hareketle oluşturup sonra genişlettikleri bir “dünya çapında tarihsel birey” (world-historic individual) kavramı vardı ki, tutku ve iddiaları Ruhun emrine denk düşen, dolayısıyla tarihin bir sonraki aşamaya (Ruhun kendini idrak edip Mutlak Ruha dönüşeceği aşamaya) doğru ilerlemesine hizmet eden kişileri kapsıyordu.

Hegel’den kuvvetle etkilenen Thomas Carlyle’ın Kahramanlar, Kahramanlara Tapma ve Tarihte Kahramanlığın Rolü kitabına göre (1841), “dünya tarihi büyük adamların yaşam öykülerinden ibaret”ti. 19. yüzyıl Romantik düşüncesinde sanatçı (şair, romancı, besteci –en fazla Byron veya Beethoven örneklerinde olduğu gibi) yaratıcılığını kendi daemon’unun (doğaüstü ruh ve dehasının) harekete geçirdiği bir Yalnız Dev’di.

Nietzsche için “iktidar dürtüsü” temeldi ve übermensch (üstün insan), iyisi ve kötüsüyle insanlık potansiyelinin tamamını kucaklayan bir kudret ve yaratıcılıkla bir tür “sanatçı-tiran” mertebesine ulaşabilen bireydi. Bu vizyonun eşitlikçi, demokratik, hümanist ideallerle en ufak bir ilgisi yoktu; tersine, Machiavelli’nin gözlediği aristokratik “ahlâk dışı”lığın, savaşçı gururunun ve sanatsal dehanın karışımını simgeliyordu. “İnsanlığın hedefi, türünün en yüksek örnekleri” olmak zorundaydı.

Yükselen milliyetçilik akımları için bütün bunlar, devralınıp sentezi yapılacak eşsiz malzeme yığınlarıydı. Tarihin yönü ve Dünya Ruhu’nun bir sonraki aşaması –elbette millet; milletin doğuşu ve kendini gerçekleştirmesi olmalıydı. “Dünya çapında tarihsel bireyler” –elbette bu gelişmeye hizmet eden millî liderler olmalıydı. Ahlâk kurallarıyla bağlı olmayan, hem savaşçı hem sanatçı tiranlar –nihaî amaç yani ulusun bekası uğruna elbette her çeşit aracı meşru sayan Bismarck ve Cavour gibi olmalıydı. Yalnız Devler de asıl milliyetçiliğin kahramanlarıydı. “Temsilî birey”lere ihtiyacı vardı milliyetçiliğin. 19. yüzyıl bir efsanelere dönüş çağıydı : Nibelung’lar, Yuvarlak Masa Şövalyeleri, Kalevala. Wagner’in Siegfried’i bütün Alman milletini; Malory’nin Kral Arthur’u veya Sir Walter Scott’un Ivanhoe’su bütün İngiliz milletini simgeliyordu.


Führerprinzip
’in (lider/lik ilkesi) doğuşu da bu genel ortamın ürünüdür. 19. yüzyıl sonu Alman milliyetçilerinin Hegel ve Nietzsche uzantısı Sosyal Darwinist fikirlerine göre bazı “yetenekli birey”ler “yönetmek için doğmuş” olmalıydı. Güçlü lider, millî özlemleri kendi şahsında birleştirip ileri taşıyacaktı. Tersten söylersek, liderlik otoritesi tartışılmazdı. Zira “O” milletin yekpare iradesi demekti. Büyük dâvâların üstesinden başka türlü gelinemezdi.

Bu fikirler sırf Batı’yla sınırlı değildi; daha önce defalarca yazdığım gibi, 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başlarının Avrupa proto-faşizmi, “emperyalizme karşıydılar” diye otomatikman “solcu” saydığımız İttihatçıları da çok kuvvetle etkiliyordu. Ömer Seyfettin’in Kızılelma Neresi adlı hikâyesi, örneğin, milliyetçi mistisizm ile Führerprinzip arasındaki ilişkinin herhalde en berrak ifadesidir. Sefere çıkmaya hazırlanan Kanunî Süleyman, ordugâhındaki askerlerin “Kızılelma’ya !” naralarına kulak verip merak eder; neresi acaba ? Ümera ve ulemasından tatmin edici bir cevap alamaz. Bir tek İskender Paşa, gerçeği halk bilir demeye getirir. Bunun üzerine üç kişi tutulup huzuruna getirilir. Hepsi sıradan garipler, bostancılar, yeniçerilerdir; yanıtları birbirini tekrarlar : Padişahımızın bizi götüreceği yerdir; padişahımız bilir. Önümüze düşüp bizi götüreceği yerdir; kendi bilir. Atının gittiği yerdir; neresi olduğunu padişahımızdan başka kimse bilemez. Süleyman rahatlar; beylerine gördünüz ya, der, Kızılelma benim gitmek istediğim yer, Hakkın beni göndereceği yer ! Ve doğruyu söyleyen bu üç kişiye hemen üç yüzer kese ihsan eder.

Almanya ve Nazizm nire, Türkiye ve İTC nire demeyin. Hepsi aynı nesildir bunların. Ömer Seyfettin 1884’te, Hitler 89’da doğdu. Kızılelma Neresi 1917’de yayınlandı. O sırada Hitler 28 yaşındaydı. Ömer Seyfettin 1920’de öldü. Hitler topu topu 13 yıl sonra, 1933’te iktidara geldi (Ömer Seyfettin yaşasaydı ancak 49 yaşında olacaktı). 1934’te Nüremberg’de yapılan büyük Nazi mitinginin Leni Riefenstahl tarafından çekilen propaganda filmi, İradenin Zaferi gibi hayli Nietzsche-vârî bir başlık taşır. O mitingde Rudolf Hess’in nutku şu sözlerle son buluyordu :

“Parti Hitler’dir. Hitler Almanya’dır da, nasıl Almanya Hitler ise. Hitler ! Sieg Heil [Zafere selâm] !”

Durup düşündüğünüzde, saçma sapan bir lâf salatası. Ama işte milyonları bu hezeyan söylemiyle kendilerinden geçirip peşlerinde sürüklediler, mutlak itaat sağladılar ve dünyayı ateşe verdiler.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums