4. soruma, 11. madde (yani hamsi reçeli)

  • 17.03.2012 00:00

Bir yanda, Stalin’in Rokossovsky (ve diğer generalleri, ya da aydınlar) ile zalimane, alaycı ve mütehakkim ilişkisi. Diğer yanda, Abdullah Öcalan’ın kendi gerilla komutanlarıyla ilişkisi.

Karşılaştırdım ve arada bir fark olmadığını göstermeye çalıştım. Zira ikisinde de katmerli “haklı şiddet”lerin “içe” yansıması korkunç bir otoritarizme yol açıyor. Bu otoritarizm de gidip bir lider kültünde somutlanıyor.

Simonov’un sözleriyle, herkesin kaderini bu lider elinde tutuyor. Yaratan da, kahreden de o. 1944 yazında, Almanların Merkezî Ordu Grubunun imhasıyla sonuçlanan “Bagration Harekâtı” hazırlanırken, Rokossovsky “bir değil iki noktada yaralım” diye israr ettiğinde, elini Rokossovsky’nin omuzuna koyuyor ve herkes, apoletlerini sökecek mi diye bekliyor (ama ardından onay ve sırt sıvazlama geliyor). 52’de (dikkat edin : Zlobin suçlu mu suçsuz mu diye değil; suçlu olduğunu varsayarak, çünkü kudretini ancak öyle mutlaklaştırabilir) üç kere “affedelim mi, etmeyelim mi” diye sorarken, yazarın ya Gulag’a gönderileceğini, ya ödül alacağını herkes biliyor. 80 ve 90’larda Murat Karayılan, Mustafa Karasu ve Duran Kalkan’ları karşısına dizip tek ayak üzerinde durdurttuğunda, keza hepsi, her şeyi sineye çekip bağlılıklarını yeniden ispatlamaktan başka şansları olmadığının farkında. Ceza mı dağıtacak, paye mi ? Gücü, bunu kimsenin kestirememesinde yatıyor.

Böyle bir iktidar ve muktedir fetişizminin, örgüt (parti, ordu) ile sınırlı kalmayacağı açık. Liderin “çevresi”yle ilişkisi başka, “halkı”yla ilişkisi başka olamaz. Stalin’in bütün bir ülkeyi nasıl yönettiğini biliyoruz. Peki ya Öcalan ? 8 Mart’tan devamla, bir sonraki sorunun tam sırası : (4) “Haklı şiddet” o örgütün “benim” dediği tabana, uğrunda ayaklandığını iddia ettiği kitleye, kendi insanlarına nasıl yansır ?

Geçenlerde siyaset bilimci bir arkadaşımla konuşuyorduk; bazı olguları teşhis etmeye bazen tek bir şey, bir hareket, bir cümlecik, bir söylem parçacığı yetiyor. Diyelim bir siyasal akım veya örgüte bakıyorsunuz. Çok karmaşık gibi geliyor ilk başta. Bazı iyi yanları da var... mı acaba, diyorsunuz kendi kendinize. Derken öyle bir göstergeyle karşılaşıyorsunuz ki, bütün diğer gözlemleriniz sıfırlanıyor. Ne veya nereye ait olduğu tartışması bitiveriyor.

Geçmişte ben de çok yazdım; Kürt halkının çıkarları ile PKK’nın örgüt çıkarları özdeş değil. Tersine, aralarındaki çelişki giderek netleşiyor. Örneğin barış yapamama ve silâhlı mücadeleyi bitirememenin, Kürt halkının çıkarlarıyla ilgisi yok. Sırf PKK’nın kendi konumundan feragat edememesinden kaynaklanıyor. Bu yüzden, bölgede iktidar hem de Türk devleti tarafından kendisine tepsi içinde hediye edilmedikçe işi uzattı; daha kaç Kürt ve Türk genci ölürmüş hiç aldırmadan, 2011-12’nin felâket çizgisine girdi.

Peki, bu nereye kadar bilinçsiz, istemsiz bir hatâ; ne ölçüde köklü, teorisi kurulmuş bir davranış biçimi ? Tamamen ikincisi ve kanıtı da KCK Sözleşmesi’nde yatıyor. Bir kere daha belirteyim; benim KCK ile ilgim hukukî değil siyasî. KCK tutuklamalarına hep karşı çıktım. Ama bunun nasıl bir örgüt olduğunu anlama çabamı da sürdürüyorum.

Ortada KCK Sözleşmesi diye bir belge var. 4. maddesinin (b) bendinde devlet olmadığını öne sürüyor. “Sınırları esas almadığı”ndan hareketle, kendini “sistem” veya “örgütlenme” diye adlandırıyor. Ama başka her bakımdan aslında bal gibi devlet. Amblemi var. Bayrağı var. Yurttaşlığı ve yurttaşlarının “vergilerini ödeme yükümlülüğü” var. “Yurttaş olma ve yurttaşlıktan çıkarılma” yöntemleri var. Kendi hukuku ve ceza hukuku var. “KCK ilke ve amaçlarına ihanet” eden kişi, “halk özgürlük mahkemesi”nin kararı ve “Kongra-Gel’in [PKK] onayı” ile yurttaşlıktan çıkarılıyor (başka bir deyişle, yurttaşlığın karar mercii silâhlı örgüt). Bir tek teritoryalite eksik. Özetle, KCK, “kendi toprağı”na el koymaya hazırlanan bir devlet (çekirdeği) görünümünde. Sözleşme de bu embriyonik devletin anayasası oluyor.

Geçelim. İkinci Bölüm hak ve özgürlüklerle ilgili. Örneğin 7/a’da “Yaşam hakkı en temel insan hakkıdır, bu hak ortadan kaldırılamaz, idam cezası uygulanamaz” ve 7/i’de “işkence insanlık suçudur” deniyor; bunları başka hak ve özgürlükler izliyor. Özgürlük, demokrasi, katılım, baskı ve sömürüye karşı olma, cinsel eşitlik; ne ararsanız var. İyi, güzel. Daha ne istiyorsunuz ?

Derken Üçüncü Bölüme geliyoruz : Genel Organlar. Madde 11, en tepedeki organı, en üstün ilkeyi düzenliyor :

KCK’nın “kurucusu ve önderi Abdullah Öcalan’dır. (...) felsefik, teorik ve stratejik kuramcısıdır. Her alanda bütün halkı temsil eden önderlik kurumudur. Kürdistan halkının özgür ve demokratik yaşamına ilişkin en temel politikaları gözetir ve temel konulardaki en son karar merciidir...”

Duralım ve düşünelim : tek başına bir kişi, sırf önder de değil; önderlik “kurumu”. Kürt halkı ve yaşamı üzerinde “son karar mercii”. Bütün temel karar ve politikaları oluşturuyor, gözetiyor, denetliyor, onaylıyor. Bir kere bunu dedikten sonra, istersen yüz “hak ve özgürlük” maddesi daha ekle; ne yazar ? Stalin dahi, herkesin kaderini elinde tuttuğunu ancak imâ ediyor. KCK Sözleşmesi ise bu hak ve yetkiyi açıkça, “kanunen” Öcalan’a veriyor. Bu sistem hangi çağ ve siyasal kültüre ait ? Nasıl bir ideolojinin tezahürü ? Adı ne ? Sosyalizm mi ? Demokrasi mi ?

Babamın çok sevdiği bir fıkra vardı. Lâz, dost meclisinde “hamsinin 99 çeşit yemeği olur” demiş. Atıyorsun, demişler, say da görelim. “Biirr,” demiş, “hamsi reçeli.” Dur, demişler, inandık; aklına ilk bu geliyorsa diğer 98’ini de bulursun elbet; başka örnek istemez gayri.

İşte onun gibi bir şey. Devam edeceğim.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums