- 1.02.2014 00:00
[29 Kasım 2014] Biliyorum, ayda bire düştüm son zamanlarda. Yoğunluk, yorgunluk, belirsizlikler. Hepsinin bir bedeli oluyor. Konular da biriktikçe birikti. Belki o yüzden, el atmaya korkuyorum.
Hiç alâkasız bir yerden mi başlamalı acaba? Geçen hafta Graz’a gittim, bir Birinci Dünya Savaşı sempozyumu için. Ağırlık, the Great War’un ya da bizdeki karşılığıyla Harb-i Umumî’nin bugün nasıl hatırlandığı üzerineydi. Ben de son panelde, savaşın bir parçası ve kolay kolay savaştan ayrı düşünülemeyecek bir olay olarak 1915 Ermeni soykırımının bugün Türkiye’de nasıl hatırlandığı veya hatırlanmadığı — daha doğrusu, hatırlanmaya başlamasının zigzag ve yan girdapları, tepkileri, ters akıntıları üzerine konuştum. Daha spesifik olarak, örneğin 23 Nisan 2014 taziye mesajı ile yeni 8. ve 9. Sınıf ders kitapları arasındaki tezada dikkat çektim. Bunu ayrıca yazarım.
Demem o değil. Geçmişte de sıkça itiraf ettiğim gibi, normal olarak hayatım son derece bağlayıcı, demir çember benzeri rutinler içinde geçerken, yolculuklarda ansızın bunun dışına çıkınca açılacağıma kapanır, kendi içime çekilir, susar ve iyice yalnızlaşırım. Uçaklarda bu sefer de öyle oldu; okumaya ve düşünmeye daldım. İstanbul-Frankfurt üç saate yakın. Birkaç dergi devirdim; renkli kalemlerimle satırların, sözcüklerin altını çizdim; kimisi aktı, parmaklarım kâh mor kâh yeşil oldu.
Zaten böyle koyverip gitmişken, bir de karşıma bilmediğim bir Tennessee Williams şiiri çıktı. Satıhtaki ders veren öğretmen edası ile nice sessiz keder arasında gidip gelişi çok, hattâ fazla uygun düştü, o anki ve gene şimdi, bu Cumartesi sabahki ruh halime. Her anlamda başka, paralel bir evrene geçtim. Türkiye’den dünyaya, bir dilden başka bir, pardon iki dile, günlük siyasetten edebiyata, başkalarına bakmaktan kendime bakmaya. Hepimizin hayatı böyle değil mi, yedi sekiz fiil arasına sıkışmış? Bütün standart karşılıklar bu tür paradokslarla tersyüz olmuyor mu bizler için de? OLMAK = ölmek. SEVMEK = yanlış anlamak. VERMEK = almak. BİLMEK = korkmak. UYUMAK = uyuyamamak. OLMAK ve ÖLMEK = kısa bir kafa karışıklığı süresi olarak hayatı çerçeveleyen iki şey. BİTMEK, BİTİRMEK, SON VERMEK = henüz bilemediğimiz, ama muhakkak gerekli. François Villon’un hem Ballade du concours de Blois’sının, Blois Şatosu’ndaki şiir yarışması için kaleme aldığı baladın tamamen çelişkiler üzerine kurulmuşluğunu (Çeşmenin yanı başında susuzluktan ölüyorum / Ateşten yanıyorum, üşümekten çarpıyor çenelerim / Yabancı bir diyarda gibiyim kendi ülkemde), hem de böyle bir insanlık hali karşısında La Ballade des pendus’de, Orhan Veli tercümesiyleAsılmışların Baladı’nda talep ettiği merhameti çağrıştıran karmaşık tatlar geldi ağzıma. Adetâ otomatik olarak çevirdim, ne yaptığımı düşünecek vakit bile kalmadan. Sunuyorum.
Birkaç Fransızca fiil çekimi
ÊTRE olmak fiili,
ya ölüm ya ömür boyu hapisle cezalandırılan.
AIMER yanlış anlamaların fiili:
keza, içine girmeyi ve girilmesini özlemek,
süresi değişken bir dürtü, yokuş aşağı inmeye yatkın
ve çoğunluk mahkemede bitmeye.
DONNER’nin anlamıysa vermek, örneğin
Je te donne cümlesindeki gibi, yani
elinde avucunda sıktığın ne varsa
her şeyi söküp alıyorum senden,
eklemlerini baltayla kırmak, ezmek pahasına.
SAVOIR korkmak demek, yazılışı
Mesihe, Savior’a yakın
ama tam tersi anlamda.
Mesih beyazlar giyer ve sonunda idam edilir:
hepi topu beş çivi, iki çapraz kiriş ve dikenlerden bir taçla.
DORMIR beni bu gece hiç tutmayan uyku,
şüphesiz sen yoksun diye,
olmak fiilinin Sevgili mışlı geçmişi.
ÊTRE ve MOURIR, kısa bir keşmekeş dönemini
parentez içine almaya yarar.
FINIR? Münasip bir şey,
henüz bilmediğimiz ne olduğunu.
Yorum Yap