- 25.06.2011 00:00
Türkiye’de yaşamak, bazı bakımlardan çok heyecanlı. Veya eğlenceli. Veya acıklı. Her gün, bir yenilik. Daha doğrusu bir tuhaflık.
Geçmişten vinyetler : İspanyol İstihbarat Servisi CNI’nin 2003 tarihli, gizli bir raporuna göre, bizim Güneş’imize 4,3 ışık yılı uzaktaki Alpha Centauri’den gelen uzaylılar “Türkçe konuşuyor”muş (bkz. çeşitli internet siteleri, Haziran 2010). Tarihin televolesi programına çıkan Muazzez İlmiye Çığ (a) “dünyaca ünlü bir Sümerolog”muş; (b) “Noel ağacının Türklerden Hıristiyanlara geçtiğini” söylemiş (Aralık 2009).
Güney Afrika’daki bazı arkeolojik sit’lerden çıkan taş ok uçlarının 64.000 yıl öncesine ait olduğu saptanmış. Bilindiği gibi, dinozorlar 65 milyon yıl önce yokoldu. Buna karşılık ilk hominid’ler 4,5 milyon yıl, ön-Neandertaller 600-350.000 yıl, Homo sapiens 200.000 yıl önce belirdi. Özetle, dinozorlar ve insanlar Spielberg’in Jurassic Park kıta-yı muhayyeli hariç asla yanyana varolmadı. Buna rağmen Hürriyet’in haber başlığı (28 Ağustos 2010) : “Dinozoru vuran ok bulundu.”
Ne mutlu bize ki “Atatürk’ün sesi bugüne kadar dinlediğimiz gibi tiz (ince) değil”miş (bkz. Ümit Kıvanç, 14 Ağustos 2010).
Şimdi bunlara üç buluş daha eklemekten kıvanç duyuyorum.
(1) ORAY EĞİN, Cemil Koçak’ın darbeci olduğunu keşfetmiş ! Mesele şu : Star’daki pazar sayfasında Cemil, seçim sonuçlarını değerlendirmiş; yeni anayasa konusundaki kötümserliğinin nedenlerini açıklamış (büyük ölçüde katılıyorum): sonra da “muhalefetin imkânları”na eğilmiş. Kriz olasılıklarını gözden geçirmiş ve kısmen mizahî bir havada, “Bu da olmazsa, hep söylüyorum, Ergenekoncular haklıdır diye, benim de aklıma askerî bir darbeden başka bir çözüm gelmiyor” demiş (19 Haziran 2011). Koçak’ın bir amacı, daha dört beş yıl cuntacıların pusuda bekleyeceğine dikkat çekmek. Ama şimdi sıkı durun, Oray Eğin bunu “düz” okumuş ve ciddiye almış. 12 hazirandan beri o da çok sıkı demokrat ya; “güya demokrat bir akademisyen”in “darbe kışkırtıcılığı” yaptığını açıklayıp, “Bu çirkin ve ayıp bir yazıdır” buyurmuş.
(2) KEMAL KILIÇDAROĞLU, AKP’nin yüzde 50 oy almasını halkın “Stockholm Sendromu” çekmesine bağlamış (20 Haziran 2011) ! Bu, biliyorsunuz, mağdur ve mazlumun zalimini, işkencecisini, soyguncusunu sevmesi ve “kurtarılmak” istememesi anlamına geliyor. TC’nin kurucu gücü olarak CHP’nin İttihatçılık ve Tek Parti’cilikten kalma “halk için halka rağmen”ci uygarlık misyonu, yıllar boyu gelmiş gelmiş, işbu “Stockholm Sendromu” izahına dayanmış. Kılıçdaroğlu, malûm, Dersimli Alevi. CHP iktidarının 1930’ların sonlarında Dersimli Alevilere neler yaptığını, yakın zamanda Onur Öymen (bile) tehdit ve övgüyle hatırlatmıştı. Acaba “Stockholm Sendromu”ndan, asıl Kılıçdaroğlu’nun kendisi mustarip olmasın ?
(3) ATAOL BEHRAMOĞLU, Nâzım Hikmet’in 48. ölüm yıldönümünde Moskova’da, mezarı başında yaptığı konuşmada, “Atatürk öldükten sonra 1938 yılında tutuklanarak cezaevine konduğunu” söylemiş (AA, 4 Haziran 2011) ve şöyle devam etmiş : “Eğer Mustafa Kemal yaşamış olsaydı Nâzım Hikmet hapse girmezdi ve o kadar hapiste kalmazdı.”
Eski bir solcudan, buyurun size, Kemalist bir “altın çağ”cılık, bir “asr-ı saadet”çilik örneği daha. Evet, bir zamanlar Doğan Avcıoğlu da Atatürk döneminde anti-komünizm olmadığını, hiç komünist tevkifatı yapılmadığını iddia etmişti, yanılmıyorsam. Ama o, henüz 1960’lar Türkiye’siydi; düşünce âlemi çok “yerli” ve bir o kadar da geriydi, sığdı, Üçüncü Dünyacıydı, resmî ideolojiyi içselleştirmişti, otoritarizme eleştirel bakıştan yoksundu. Lâkin köprülerin altından o kadar çok su aktı ki, otuz küsur yıl önce nispeten gençliğimize verilebilecek cahillikler, bugün artık affedilmez sayılıyor.
Herşey bir yana; o karanlık 1938 yılının kronolojisi apaçık değil mi ? Nâzım 17 Ocak 1938’de gözaltına alındı ve iki gün sonra tutuklandı. Kara Harp Okulu dâvâsında, 29 martta 15 yıla mahkûm edildi. Cezası 28 mayısta onaylandı. Tekrar İstanbul’a getirildi ve haziran sonunda Erkin gemisine aktarılıp Donanma Komutanlığı dâvâsına dahil edildi. 10-29 ağustos arasındaki yargılama sonunda 20 yıl yedi; üçte biri indirilince kalan 13 yıl 4 ay, diğer dâvâdaki 15 yıla eklendi ve toplam cezası 28 yıl 4 ay oldu. Bu arada, TCK’nın 141-142. maddeleri 16 Temmuz 1938’de ağırlaştırıldı ve eylemin yanısıra düşünce açıklamayı da cezalandırır hale getirildi.
Kara Harp Okulu ve Donanma dâvâlarının uydurma, hukuk dışı karakteri o kadar aşikârdı ki, kamuoyunun tepkisi ayyuka çıktı ve Meclis’e kadar uzandı. Bu rezaleti duymayan kalmadı. Ya Atatürk ? İlk siroz teşhisinin 22 ocakta konmasına karşın, hemen hep ortalıktaydı. Ankara’daki 19 Mayıs kutlamalarına katıldı. Hatay sorunuyla uğraştı. Mersin ve Adana’ya gidip askerî gövde gösterilerini yönetti. Haziran ve temmuz aylarını Savarona yatında geçirdi. Eylül ve ekimde durumu ağırlaştığında dahi önemli konuşmalarını dikte etmeyi sürdürdü. Bırakın hayatta olmamayı; neler döndüğünü bilmemesi olanaksızdı.
Ben olsam, Ataol Behramoğlu’nu bundan böyle Nâzım’la ilgili hiçbir anma, toplantı veya konferansa dâvet etmezdim. Gerçeğe ve şaire saygı diye bir şey var, bu dünyada.
Yorum Yap