Haklı ve haksız muhalefet

  • 22.11.2013 00:00

 [21 Kasım 2013] Serbestiyet’in henüz hayata geçmediği son haftalarda siyaset sahnesinde bir dizi olay yaşandı. Her birine ilişkin somut, spesifik bir tavrım var. Bunları, çok aşikâr gözükseler de, tek tek, ama şimdilik kısa kısa açıklayacağım. Bu ihtiyacı neden duyduğum, herhalde birkaç yazı sonra daha iyi anlaşılabilir. İleriki günlerde, bu meselelerden bazılarını tekrar genişletmeyi umuyorum.

Özetle (1) Başbakan Erdoğan kız ve erkek öğrencilerin birlikte kaldığı (iddia edilen) evlere ilişkin açıklaması çok kötüydü. Kendi dindarlığının içsel mantığı dışında başka mantıklar olabileceğini görmeyen veya kabul etmeyen, edemeyen; öznel inancının icaplarını illâ siyaset alanına, hükümet işlerine taşımaktan kendini alıkoyamayan bir darlığı ve katılığı yansıtıyordu. Daha önce defalarca yaptığı türden, özel yaşam alanına yersiz ve haksız bir müdahaleydi. Bu mütecaviz tavır ve çizgiye muhalefet, elbette haklı bir muhalefettir.

(2) Erdoğan’ın bu çıkışı ile Aleviliğe ve Alevilere karşı bilinen tavrı arasında da güçlü bir bağlantı söz konusu. Yeri gelmişken belirteyim ki iki ay önce, 2013 Eylül sonunda açıklanan demokrasi paketi, artık iyi tanıdığımız dogmatik AKP ve RTE düşmanlığı yüzünden çok haksızlığa uğradı, kestirmeden harcanmak istendi. Bu tavır yabancı basında da yankı buldu; göz boyama çabasından ibaret olduğu gibi yüzeysel, çalakalem yorumlar yayınlandı. Oysa paket, başlı başına önemli gördüğüm söylem değişikliklerinin yanı sıra, üzerinde düşünülmesi gereken birçok pratik adımı da içeriyordu Gerçekten ciddî bir orta-uzun vâdeli vizyondan, bir yol haritasından kaynaklandığı, şimdi, 16 Kasım Diyarbakır tarihî dönüm noktasından sonra, daha iyi görülebiliyor. Dolayısıyla “demokrasi paketi”ni toptan karalama girişimleri haksız bir muhalefetti. (3) Gelgelelim, bu paketin en zayıf noktası, onca beklentiden sonra gene Alevilerin inanç ve ibadet özgürlüğüne ilişkin hiçbir şey getirmemesiydi. Bunun temelinde, Erdoğan ve çevresinin Aleviliğin Sünnî Müslümanlıkla eşit sayılmasını bir türlü kabullenememesi yatıyor. Bu da başbakanın teolojik bir tartışmayı devlet yönetimi alanına taşımaktan kurtulamaması demek. Bu anlayışa ve tezahürlerine karşı çıkmak da, hiç kuşkusuz haklı bir muhalefet olmaya devam edecek.

(4) Aynı şey, Bülent Arınç’ın Ayasofya konusunda söyledikleri için de geçerli. Kız-erkek evleri ve/ya yurtları konusunda duyarlı bir çıkış yapıp başbakanla alenen takışmayı dahi göze alan Arınç, topu topu bir hafta içinde sanki Erdoğan’la yer değiştirmiş gibi oldu; bazı dar İslâmcı klik veya mahfillerin geçmişten kalma takıntılarından birine sahip çıkıp, Ayasofya’nın müze haliyle ne kadar “mahzun” kaldığından dem vurarak camiye dönüştürülmesini savundu. Partisinin geçen yılki Kızılcahamam kampında, tam bu tür bir soru veya talebe “Siz önce Sultanahmet’i doldurun, sonra böyle şeyler istemeye kalkın” kabilinden bir karşılık vermemiş miydi Erdoğan? Acaba Arınç, kız-erkek evleri tartışmasında kendini hırpalanmış hissetmesinin acısını, başbakanı başka bir konuda sıkıştırarak mı çıkarmaya kalkıyordu?

Fakat ne olursa olsun, çok kötü bir gelişme. Yapamazlar deyip geçemiyorum, çünkü hem evveliyatı var (İznik ve Trabzon), hem de kulağıma gelen başka, benzer projeler (Studion Manastırı iken II. Bayezid döneminde İmrahor Camii’ne dönüştürülen tarihî sit alanının cami olarak restore edilip tekrar ibadete açılması gibi). Oysa büyük Ayasofya, “mahzun” olmak şöyle dursun, asıl Hıristiyanlık ve Müslümanlığı (ve Aleviliği, çünkü sekiz Osmanlıca panelin üçünde Ali, Hasan ve Hüseyin yazıyor) birlikte kucaklayan bugünkü haliyle olağanüstü güzel. Keza, Studion/İmrahor, bırakın camiye dönüştürülmeyi, keşke komple değil asgarî bir restorasyon görse de bugünkü romantik münzeviliği içinde bir müze olarak ziyarete açılsa — çünkü başka hiçbir yerde yok, bu kadar duygu ve anlam yüklü bir mekân. Ve nihayet, 21. yüzyılın başında, 2013 Türkiye’sinde, sanki Bizans’ı yeni fethetmişiz veya tekrar tekrar fethetmek zorundaymışız gibi, kiliseden müze olan binaları dahi camiye çevirip bir kere daha ve bir kere daha “fethetmek” nasıl zorba, kötürüm, kompleksli bir özlem? İşte bu da çok haklı bir muhalefet alanı. Aklı başında ilim ve irfan sahiplerinin, tarihçi ve sanat tarihçilerinin böyle sakat girişimlere karşı çıkması, İstanbul’un çok-kültürlü kimliği ve mirasını korumak için (Taksim Platformu tarzı kıyısız bir negatiflik ve devirmeciliğe kaymamaya dikkat ederek) elele vermesi lâzım.

(5) Yukarıdaki son uyarı önemli, çünkü AKP gerçekleştirdi diye her proje de kötü değil kuşkusuz. Tersine, hükümet on küsur yıldır konut yapımı (TOKİ), kentsel hizmetler, sağlık (devlet hastaneleri), eğitim (devlet okulları), yepyeni semtler kurulması, buralara altyapı ve ulaşım götürülmesi gibi konularda bütün seleflerine fark atmakta. Aynı şey tüm AKP belediyeciliği gibi (metrosu, metrobüsü, deniz otobüsleri, hızlı feribotlarıyla) İstanbul Büyük Şehir belediyesi için de geçerli. Çirkinlikler var mı? Var tabii; işte tarihsel yarımadanın gözünü çıkaran Haliç Köprüsü. Ama genel durum geçmişteki ne CHP, ne de DP, AP, ANAP ve DYP belediyeciliğiyle karşılaştırılabilir.

Buna karşı, günlük hayat içinde “Neymiş bu hizmetler, anlayamadık bir türlü” gibi Beyaz Türk homurdanmalarını duymak komik oluyor. Anlayamazsınız tabii; varoşlarda oturmuyorsunuz, otobüs ve metroya binmiyorsunuz, İstanbul’un uzak mahallelerine merak edip gitmiyorsunuz, çocuklarını devlet okullarına göndermiyorsunuz ve yolunuz devlet hastanelerine düşmüyor ki nelerin değiştiğini görebilesiniz. Marmaray açıldı; “firavun-vârî projeler” diye bir lâf çıktı (pharaonic projects). Absürditenin doruğu. Piramitler ve Sfenks gibi sadece tüketen dev anıtlarla katma değer yaratan bu tünel ve demiryolu bağlantılarının ilgisi ne? Bir kısım yabancı basın da bu teraneyi tekrarladı, artan bir Oryantalizm ve İslamofobi içinde. Bana birisi anlatabilir mi lütfen, Manş’ın altındakiChunnel, Brooklyn Bridge ve Golden Gate, Fransız TGV’leri ve Japon Maglev’i, Çin’deki Yedi Berzah (Seven Gorges) barajları, Concorde uçakları, her türlü uzay programı veHadron Collider — bütün bunlar firavun-vârî değil de neden özel olarak Marmaray firavun-vârî? Daha basiti, Boğaziçi ve Fatih köprüleri yüzünden Demirel veya Özal’ı firavunlukla suçlamak geldi mi kimsenin aklına? Sebep-sonuç ilişkisi projenin kendisinden (firavun-vârî) Erdoğan’a mı gidiyor (bunları yaptığına göre firavun), yoksa Erdoğan’dan projelere mi geliyor (zaten firavun, öyleyse projeler de firavun-vârî)? Aşikâr ki burada birkaç ikiyüzlülük, birkaç çifte standartlılık birleşmekte.

Daha sivri bir şey söyleyeyim: Olabilecek en ağır yafta diye ikide bir “neo-liberal”likle suçlanan AKP, bu açılardan bakıldığında, muhafazakâr-modernist çerçevede enikonu birrefah devleti çizgisi izliyor. Refah devletini sadece sosyal demokrat veya sosyalistler yapar diye bir şey yok; 20. yüzyıl tarihi tersi örneklerle dolu. Ayrıca, AKP’nin bu alanda yaptıklarının onda birini CHP yapsaydı, hangi neo-liberalizm; sosyal adalet övgülerinin kanatlarında uçuyordu şimdi. Bunu anlamayan kör ve haksız bir muhalefet anlayışı, ister Sarıgüllü ister Sarıgülsüz, AKP karşısında daha sayısız genel ve yerel seçim kaybeder.   

Tabii bir de Diyarbakır var ki, asıl ona (daha doğrusu, uyandırdığı reaksiyonlara) ayrıca değineceğim.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums