- 20.11.2013 00:00
[19 Kasım 2013] Gerçi hem ortak çıkış deklarasyonumuz olarak Biz sadece biziz’de yazdık, hem de Alper Görmüş İşte bizim fırtınalar kopartan ‘domain’ hikâyemiz’de (13 Kasım) uzun uzadıya anlattı. Ama benim de eklemek istediğim birkaç husus var.
Birincisi, kronik, endemik ahlâksızlık hakkında. Bir çağ dönümü yaşıyoruz. Dünyanın değişimine bağlı olarak, on küsur yıldır Türkiye’de de herkes ve her şey yeniden mevzileniyor. Bunun beraberinde getirdiği bir ideolojik mücadele var. Hayat bana, böyle saflaşmalar karşısında sadece belirtik ve esasa ilişkin program veya platformlara değil — isterseniz amaçlara diyelim — aynı zamanda araçlara, yani tarafların baş vurduğu taktik ve yöntemlere de bakmayı öğretti. “Nihaî amaç uğruna her şey mubahtır” (the end justifies the means) pragmatizminden koptum; ahlâk giderek önem kazandı. Hattâ araçlar daha bile ağır bastı; nelere tevessül edildiği, yüksek sesle deklare edilen amaçların gerçek yüzünü, içsel gerçekliğini yansıtır hale geldi.
Bu çerçevede, şunu görmek lâzım: (Daha öncesi bir yana) 2000’lerin başından itibaren çarpıcı bir asimetri söz konusu. Hani, zaman zaman “asimetrik savaş”tan filân söz ediliyor ya; Türkiye’deki en korkunç “asimetrik savaş” bu aslında. Atatürkçülüğü, ulusalcılığı, Ergenekonculuğu ve onların kuyruğuna takılmış ıvır zıvır “sol” örgüt ya da mahfilleri içeren, yani mutlak AKP düşmanlığı ve demokratikleşme karşıtlığıyla belirlenen oldukça geniş bir cephe, en az on küsur yıldır azgın bir küfür dezenformasyon kampanyası yürütmekte. İlginçtir, bu kampanyanın baş hedefi AKP iktidarı da değil; nişangâhta benim gibi, bizler gibi bağımsız, eleştirel demokrat aydınlar var. 1990’larda Emin Çölaşan’ın “liboş” ve “entel-dantel” horlamalarıyla başladı; akla gelebilecek her türlü yalan ve iftirayla devam ediyor. Aydınlık’ı, Sözcü’sü, OdaTV’si ve daha bilemediğim nice web siteleri, internette bir görünüp bir kaybolan tek tek isimleriyle, öyle vahşi, amansız bir çakal ve sırtlan sürüsü ki, en ufak bir vicdanî tereddütleri, ikircikleri yok; fütursuzca, yalan olduğunu bile bile, kendileri de zerrece inanmadan ama “oh, ne biçim oturttuk” diye aralarında gülüşüp ellerini ovuşturarak her türlü fabrikasyona girişebiliyorlar. Bizlerin orada olduğumuz beş küsur yıl boyunca Taraf için, Ahmet Altan için, Yasemin Çongar için ve tek tek hepimiz için yaptıkları gibi, şimdi de daha Serbestiyet yayına bile başlamadan, her nasılsa öğreniyor ve alelacele bir şeyler çırpıştırıp karalamaya koyuluyorlar. “Yandaş medya” denen, kayıtsız şartsız AKP taraftarı gazete ve gazeteciler yok mu? Var elbet. Onlar da kötü ve yanlış şeyler yazmıyor; militan bir tavırla iktidarın her şeyini savunma ve aklamaya kalkmıyorlar mı? Kalkıyorlar. Bu da çok ahlâklı sayılamayacak bir tavır değil mi? Kesinlikle öyle. Ama bu kadar düşük ve düşkün değiller. MHP ve onun müfrit kanadı olarak Yeniçağ deseniz, eh, bildiğimiz ırkçı, milliyetçi, faşizan aşırı-sağ çizgi. İslâmcı kanatta Vakit ve özellikle Yeni Akit deseniz, ha, bakın işte onlar hayli özel bir vaka; yer yer, insanın ne diyeceğini bilemediği bir ilkellik ve seviyesizliği sergiliyorlar. Kuşkusuz kötü yürekli ve kötü niyetliler. Ama onlarda bile, bu kadar sistematik, bu kadar kapsamlı, bu kadar inatçı ve uğraşıcı bir kara propaganda çabasını; bu kadar namussuzca, bu kadar sürekli ve bitmek bilmez bir dezenformasyon seferberliğini göremiyorum. Çok ama çok pis adamlar bunlar. Bizlerin aynı yöntemlerle karşılık vermemiz olanaksız — yapmayız, yapamayız, yapmamalıyız. Ahlâkımıza sığmaz, dünya görüşümüze sığmaz; ayrıca, eğer böyle şeyler imal edebilmek bir yetenek ise, böyle bir yeteneğimiz de yok. Mevlânâ’nın (A. Kadir çevirisiyle) dediği gibi: Ben köpek değilim, ısıramam.
İkinci nokta: para meselesi. Gene on küsur yıldır, aldığımız (liberal, demokrat veya sol demokrat) pozisyonları para karşılığı almış ve alıyor, savunduklarımızı para karşılığı savunmuş ve savunuyor olmakla suçlanıyoruz. Şahsen benim, para aldığım iddia edilmeyen merci kalmadı galiba: Burjuvazi, Amerika, CIA, Ermenistan, George Soros… Sevip saydığım, kişiliğine, fikirlerine, namusuna değer verdiğim daha nice insan bu durumda.
Bu gibiler için söylenecek belki tek şey, karşılarındakileri sadece “kendileri gibi” bildikleri. Solun geçmişinde fedakârlık ve gönüllü emek diye bir şey vardı; onu bile unutmuşlar anlaşılan. Ben unutmadım ve unutmayacağım. Dünyaya gözümü açtım; subbotnik’leri veStakhanov’cuları duydum (her ne kadar, geniş kitleler açısından bu Stalinist “çözüm”lere karşı olsam da). O dar gelirli halimizde, babamın üç kuruş tasarrufunu Sosyal Adalet veTürk Solu dergilerine vermesine tanık oldum. Bu yakınlarda, Erkam Tufan Aytav’ın derlediği bir kitap çıktı, eski Maocular hakkında. İçinde benimle yapılmış bir röportaj da var. Bir yerinde kendimi şöyle anlattım:
Öyle bir proleterleşme kampanyası sürüyordu ki, hepimiz varımızı yoğumuzu veriyorduk. Benim Siyasal Bilgiler Fakültesi asistanı olarak, hiç unutmuyorum, 1454 lira maaşım vardı; anneme babama götüreceğime 1000 lirasını partiye veriyordum. İnsanlar 20’lerinde bir işe girer ve ondan sonra adım adım para biriktirirler, bir kooperatife girer ya da başka bir şekilde bir daire satın alırlar, kendilerini hayat karşısında bir şekilde garantiye almaya çalışırlar ya. Ben bunları hiç yapmadım. Zaten bu yüzden 40’larıma beş parasız, evsiz barksız, sıfır tasarruf ve birikimle geldim. Hâlâ da, ancak her ay aldığı carî maaşla yaşayan, gelirini giderini ay be ay denkleştirmeye çalışan biriyim.(Aydınlık’tan Kaçanlar, s. 96)
Aynı kafa ve tavrı sol demokrat bir aydın olarak da sürdürdüm ve sürdürüyorum. Taraf’ta yazdığım beş buçuk yıl boyunca, ilk başta anlaştığımız fiyattan, ancak iki yılın parasını aldım sayılır; hiçbir şey ummamak gerektiğini anladıktan sonra da, üç buçuk yıl karşılıksız yazmaya devam ettim ve 2013 Mayıs başında net 80,000 lira alacaklı olarak ayrıldım. Aynı şey şimdi Serbestiyet için geçerli. Yoksulluk, parasızlık, amatörlük başlı başına bir erdem değil elbet. Keşke paramız olsa da profesyonel bir site kurabilsek, hattâ basılı bir dergi veya gazete çıkarabilsek. Keşke telif ücreti alabilsek, ya da birileri bize verebilse. Ama yok, ne yapalım. Artık 70’ime ve emekliliğime yaklaşırken dahi, başka çare olmadığında, haklı ve doğru dâvâlar için karşılıksız emeğimi vermeye gene hazırım, gene hazırım.
Yorum Yap