Saraybosna Çellisti

  • 21.05.2011 00:00

New Orleans’de bir hafta boyu küçücük, kutu gibi bir öğrenci evine sığınmışken, tesadüf, elimde The Cellist of Sarajevo‘su var, Steven Galloway’in (2008). Hemen hiç dışarı çıkmıyorum; mümkün değil. Gündüzleri biraz hasta bakıyor, biraz yazıyor, düşünüyor, not alıyor, akşamlarıysa okuyorum.

Aslında çok zor dayanıyorum, bu kadar gerçek, bu kadar korkunç, bu kadar acılı bir şeyi okumaya. Lorca’nın Romancero Gitano kitabındaki Somnambule Ballad‘ındadır sanırım; jandarmaların vurduğu çingene kaçakçı, ağır yarasıyla (onu beklerken intihar etmiş olan ve şimdi soğuk bedeni ayışığında, havuzda yüzen) sevgilisinin kapısına dayanıp da (arkadaşı olan) kızın babasına “beni içeri al” diye yalvardığında, gece ufak bir kasaba meydanı gibi büzülür, kendi içine kapanır ve bu trajediyi sinesinde saklayan gizemli bir dünya haline gelir.

Şimdi benim de içimi öyle bir his kaplıyor. Yıl 2011 değil; bu ev 255 Cherokee Street’te değil. 1992-96 arasının kuşatma altındaki Saraybosna’sının ana kavşaklarından birinde, cephesi tepelerden yağan ateşe açık olduğu için karımı ve çocuklarımı arka odalarında yatırdığım, elektriksiz ve susuz bir apartıman dairesindeyim. Artık daha fazla okuyamaz hale geldiğimde, dibine inmiş bir mumu üflercesine ışığı kapatıyor ve pusuda bekleyen keskin nişancılara hedef vermemeye çalışarak sedire süzülüyor; karanlıkta havanların ıslığına kulak kabartarak tedirgin uykulara gömülüyorum.

Türkçeye de çevrilmiş (Saraybosna’nın Çellisti, Şubat 2010): kaçırmışım, döndükten sonra arayıp buldum. Başlığını yadırgadım; o “nın” eki fazla geldi, gerek dil, gerek kapsam bakımından. Aslında kitap, yerelden yükselen bir evrenselliğe tanık. Yazılışı da öyle : olayları bizzat yaşamış biri, bir Bosnalı değil (herhalde böylesi daha iyi), Kanadalı bir romancı, British Columbia Üniversitesi’nden bir “yaratıcı yazım” öğretim üyesi, gidip geziyor, okuyor, çalışıyor, tanıkları dinliyor, o atmosferin içine girebiliyor, bu kadar sade ve derin sorular soruyor — ve ortaya bu kadar çarpıcı, sarsalayıcı, realiteden öte bir realite çıkartabiliyor.

Yugoslavya’da (ve Sovyetler Birliği’nde) komünizmin çöküşünü izleyen yeni milliyetçi boğazlaşmalar dalgası — kimilerine göre, İkinci Balkan Savaşları — hakkında, okuduğum en güzel kurmaca yapıt, The Cellist of Sarajevo. Ne oldu, Tito’dan sonra ? En başta KP şefleri kendi milliyetçiliklerine sarıldı. Bütün bir etnik-kültürel mozaik barış içinde yaşarken, ansızın herkes “kendi” toprağını “temizleme” derdine düştü. Bosna Cumhuriyeti’nde Boşnaklar ve Sırplar içiçeydi. Komşuydular, arkadaştılar, akrabaydılar; onyıllar boyu karşılıklı evlenmiş, bileşik aileler kurmuşlardı. Hepsi parçalanıp gitti. Önce Boşnak milliyetçileri çeteleşip yerel Sırplara saldırdı, kısa, şimdi unutulmuş bir dönem boyunca.

Ardından, Sırp Cumhuriyeti’nin emrindeki “Avrupa’nın dördüncü büyük ordusu,” yani eski Yugoslav ordusu harekete geçti. Bosna Sırplarını eğitip silâhlandırdılar, üniformaları değiştirilmiş düzenli birlikleriyle takviye ettiler. Dünyanın bu köşesinde, ulus-devletlerin iyi bildiği yöntemler bunlar. 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başlarında Osmanlı Makedonyası’nda savaşan IMRO vardı (İç Makedonya Devrimci Örgütü). Bulgar milliyetçisiydi. Pirin üzerinden, Bulgaristan’dan böyle besleniyordu. Kıbrıs’ta EOKA-B Yunanistan’dan böyle besleniyordu. “Yavru vatan”da TMT, gizli görevlendirilen “bayraktar” ve “sancaktar”larla Türkiye’den böyle besleniyordu. (Bugün de bu yapılar kısmen yerli yerinde.)

Geçelim. Miloşeviç, Karadziç, Mladiç’lerin talimatı ve önayak olmasıyla kurulan Bosna Sırp Ordusu gelip Saraybosna’yı kuşattı. Ben de gidip gördüm 2002’de (silâhlar susalı altı yıl olmasına karşın, binalar kurşun ve mermi izlerini hâlâ taşıyordu). Aynen Galloway’in anlattığı gibi, aynen haritalarındaki gibi, ince uzun bir şehir Saraybosna. Miljacka nehrinin iki yakasında, daracık bir vâdinin tabanına yayılmış. Savunma derinliği diye bir şey yok. Her tarafta yükselen tepeler vâdiye tamamen hâkim. Bosna Sırp Ordusu, bütün ağır silâhları, top ve tankları, makinalıları, roketatarlarıyla bu tepelere yerleştiğinde, hep nehre paralel giden caddeleri, meydanları, kavşakları, işyeri ve konutlarıyla şehir, tabak gibi ayaklarının altında. Görüş ve menzil dışı hiçbir şey yok. Neredeyse kuş uçması imkânsız. Dürbünleriyle tek tek evlerin içini gözetleyebiliyor; havan mermilerini bir, iki, olmadı üçüncü denemede, ampul gibi herhangi bir apartımanın merdiven boşluğundan aşağı indirebiliyorlar.

Dört yıl sürdü bu koşullarda Saraybosna kuşatması (5 Nisan 1992 - 29 Şubat 1996). Yaklaşık yarım milyonluk kent 10,000 ölü, 56,000 yaralı verdi. Galloway’in, dört karakter etrafında bir röportaj yalınlığıyla canlandırdığı, ama merkezinde (anlatacağım nedenlerle) asıl kadın keskin nişancı Arrow’un yer aldığı bu cehennem, tam da bugün, Türk ve Kürtleriyle Türkiye için çok önemli dersleri içeriyor.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums