- 17.06.2013 00:00
Bir zamanlar AKP'nin "eksen kayması"ndan söz etmek çok yaygındı.
Bense şu 15 Haziran günkü ilk yazımda, Taksim direnişinde, ikinci hafta
itibariyle bir "eksen kayması" olduğunu söylemiştim. Haklı olduğu
ölçüde somut ve sınırlı taleplerin yerini, genel bir politik kriz
yaratma, uzatma, kıyısızlaştırma ve çıkışsızlaştırmaya yönelik tavır
ve politikalar aldı. Gezi Parkı'nın ötesinde, bütün Taksim meydanında
bir "işgal" hali belirdi. Gerek "sol" ve gerekse ulusalcılar, Etyen
Mahcupyan'ın bizatihî bir haklılık zemini taşımadığına işaret ettiği
bu hali normalleştirmeye çalıştı (ve çalışıyor). Paralel bir söylemsel
gelişme yaratıldı; genel bir "demokrasi ve özgürlük" mücadelesinden,
yaygın bir "halk hareketi"nden, "devrim günleri"nden söz edildi (ve
ediliyor). Hükümetin ve özellikle başbakanın, direnişin ilk haftasında
uğradığı, demokrasi açısından gerçekten çok olumlu sayılması gereken
(küçük düşürücü, burun sürtücü) yenilgi, temel kitlelerin toptan yer
değiştirdiği ve iktidarın çökmek üzere olduğu gibi abartılara dönüştü.
Burada, "sol"un kendini dev aynasında görme alışkanlığının bir diğer
tezahürüyle yüz yüzeyiz. Bir tane haklı eylem oluyor; bir demokratik
mevzi kazanılıyor; hükümet bir konuda bir geri adım atıyor -- ve
bakıyorsunuz, herkes gerçeklerden kopmuş; Türkiye'nin on küsur yıl
boyunca giderek netleşen siyasî yelpazesini unutmuş; 1917 Petrograd ve
Smolny Enstitüsü, olmadı 28-29 Nisan 1960, olmadı Tahrir Meydanı
hayalleri kuruyor. 2002, 2007 ve 2011 seçimlerinde AKP'nin oy oranının
sürekli artıp yüzde 50'lere geldiğini; ikinci büyük parti olarak
CHP'nin ancak yüzde 20'lerde kaldığını; özel olarak İstanbul'da da
AKP'nin 2007'de yüzde 45'ten 2011'de yüzde 49-50'ye çıkarak büyük fark
yaptığını hatırlayan yok. Dahası, bu büyük kitlenin, meselâ 1950'lerin
DP'sine kıyasla kendi dâvâsı ve partisine sahip çıkmak konusunda çok
daha kararlı ve bilinçli olduğunu; ordu ve bürokrasi vesayetine karşı
1990'ların ve 2000'lerin mücadeleleriyle bu hale geldiğini -- yani
öyle kolay kolay susmayacağını, saf değiştirmeyeceğini,
tarafsızlaştırılamayacağını veya pes etmeyeceğini de hesaba katmak
gerek.
Taksim'i ve Gezi Parkı'nı kurtarılmış bir bölge, bir tür alternatif
iktidar odağı veya mekânı, bir "çağdaş yaşam alanı" veya "sovyetler
atmosferi" gibi tahayyül etmeden önce, bir durup düşünelim: AKP
önderliği, 15 Haziran açıklamasındaki "zaman ve mekânla sınırlanmayan
bir demokrasi ve özgürlük mücadelesi" açıklamasındaki meydan okumaya
rest çeker ve hükümet gibi değil de militan, partizan bir parti gibi
davranmaya karar verirse, ne olur acaba? Diyelim ki yarın öbür gün,
AKP Taksim'de büyük bir miting yapmaya ve bir milyon kişiyi Gezi Parkı
dahil bütün Taksim'e yığmaya karar verdi; ne olacak? Hepimiz biliyoruz
ki eylemcilerin ister Taksim meydanına, ister Gezi Parkı'na
"yerleşmiş" ve "burası bizim" diyen halinin hiçbir (meşru demiyorum)
kanuni temeli yok. Bu fiilî durum, sadece kamuoyu meşru saydığı (ve
dolayısıyla hükümet, daha fazla polis müdahalesinin meşru
sayılmamasından çekindiği) ölçüde devam edebilir.
Öte yandan, kimse de diyemez ki bu eylemciler gibi AKP'li kitleler de
Taksim'e gelemez, Taksim'de karşı-miting ve karşı-eylem yapamaz.
Vatandaşsa onlar da vatandaş; halksa onlar da halk; onların da kadın
ve çocukları ve (biz beğenelim beğenmeyelim) onların da talepleri var.
Diyelim ki "eh, yeter, biz de Gezi Parkı'na girip gezinmek,
serinlemek, piknik yapmak istiyoruz" dediler -- bunun gibi bir
gerekçeyle veya bir miting vesilesiyle, 100,000 insan yığıldı sırf
Gezi Parkı'na. Sokmayacak mısınız -- hangi güçle, hangi yöntemle, en
önemlisi hangi adalet ve hakkaniyet ruhuyla? Girdiler; çadırların
arasında geziniyor, her 5-10 kişilik eylemci grubun etrafını
50-100-200 kişiyle belli belirsiz sarıyorlar. Derken hafif itişme ve
sürtüşme de başladı... Bu, polisin uzaktan biber gazı atmasına da
benzemez. İçten içe 27 Mayıs 1960 (veya 9 Mart 1971) tekrarlansın
istiyorsanız, öyle "kardeş kavgası" bahanesiyle müdahale edecek bir
ordu da yok. Ne yapacaksınız, bu hipotetik gerilime ne kadar
dayanacaksınız?
Allahtan ki AKP bu kafada değil. Ben bu satırları, sadece Türkiye'nin
makro-realitelerini hatırlatmak ve fazla uzatılan tırmandırıcılıkların
nasıl zıddına dönüşebileceğine işaret etmek için yazıyorum.
http://kuyerel.org/yazarlarimizYaziGoster.aspx?id=1316&yazarId=101#.Uby3JOOviNA.gmail
Yorum Yap