- 16.03.2013 00:00
Şunu demek istiyordum: sosyalizm de devrim de Marx’tan önce mevcuttu. Marx ikisini birleştirdi. Sosyalizmi devrime bağladı (başka yolla olmaz dedi). Aynı zamanda devrimi sosyalizme eklemledi (sosyalist bir içerik verdi ve sosyalizmin arabasına koştu). Böylece Marksist bir sosyalizm ve Marksist bir revolüsyonizm yarattı. Yaklaşık 150 yıl boyunca teorik bir üstünlük kurdu.
Dolayısıyla devrimi de, sosyalizmi de Marksist kategoriler dışında düşünmek çok zor, neredeyse imkânsız hale geldi. Ama tarihçilik bunu yapmayı gerektiriyor. Çünkü eskiden çok başarılı sanılan bu sentezin, 21. yüzyıl başlarında deformasyonları öne çıktı. Bir yandan, Marksist Sosyalizm devrimi fazla planladı, reçetelendirdi, bir yığın şarta bağladı. Özerklik ve spontaneitesini yok etti. Diğer yandan Marksist Revolüsyonizm, sosyalizmi istilâ, işgal ve ilhak etti; devrim dışındaki gerçekleşme olanakları silip attı; evrimci olanaklarını yok etti.
Erken sosyalizm ve devrimle gelecek sosyalizm
Farkedileceği gibi, ben Marksizm eleştirime (örneğin Murat Belge’ye kıyasla) daha gerilerden, görece ilksel, primordiyal bir noktadan başlıyorum. Ve biliyorum, burada bir dizi büyük iddia, kocaman kocaman lâflar var. Problemleri ayıklaya ayıklaya gitmek zorundayız. Bana göre bu, (çoğu zaman farkına varmadığımız) Marksist devrim teorisinin inşası ve alt-unsurları ya da devrimin nasıl aşırı-teorize edildiği için özellikle geçerli.
Hem belirli bir sosyalizm fikriyatı, hem belirli bir devrim fikriyatı Marx’tan önce mevcuttu dedim.
İlkini daha iyi (ama biraz çarpık) biliyoruz. Marx ve Engels’ten, Saint-Simon ve Fourier’lerin “ütopik,” oysa kendilerinin “bilimsel” bir sosyalizmi temsil ettiğini öğrenmiştik. Ama şimdi bu “bilimsellik” iddiasının yerinde yeller esiyor ve Marksizm de bütün diğer ideolojilerle aynı düzeye inmiş bulunuyor.
Dolayısıyla öncülleriyle farkını da daha iyi anlamak ve ifade etmek lâzım. Bana göre, zaten Marksizm-içi ve Marksizmden yana tercih belirten bir terim olarak “ütopik” sözcüğünü bırakıp, daha nötr “erken sosyalizm” ifadesini kullanmalıyız. İkincisi, kritik ayırımın siyasî iktidar noktasında olduğunu görmeliyiz. Marx ve Engels, mevcut (kapitalist) düzen içinde küçük ve özel alternatif yaşam projelerinin eşitlikçi modeller sunmasıyla bir yere varılamayacağını; sosyalizm için iktidarı ele geçiriptoplumu tepeden tırnağa değiştirmek gerektiğini öne sürdüler. Onlar için sosyalizm (a) siyasal iktidara ve (b) iktidar yoluyla, mülkiyet ilişkilerine iradî, radikal, devrimci, anti-sistemik bir müdaheledemekti. Bu adımın tarihin yasaları ve akış yönüne de uygun olduğu ise, çok bilimci bir yüzyılda bilimi de arkamıza alalım diye uydurulmuş bir ek argümandı; yemeğin salçasından ibaretti.
Devrim olasılığının politikaya girişi
Devrim fikriyatı, ya da belirli bir revolüsyonizm için de, keza Marx’tan önce mevcuttu dedim. İşin bu yönü üzerinde o kadar çok durulmaz. Fransız Devrimi, plansız, spontane, kazara oluvermiş bir devrimdi. Çünkü devrimin hemen biraz öncesine dönecek olursak, mutlakiyete ve aristokrasiye tabii tepki vardı ama haydi bunlara karşı bir ihtilâl yapalım diye bir fikir, program veya platform ya da bunu savunan bir parti mevcut değildi. Sadece muhalefet ve hoşnutsuzluk, bir devrim projesi anlamına gelmiyordu.
Derken 1789-1815 fırtınası dünyayı salladı, Avrupa’yı altüst etti ve devrim olasılığını 200 yıl süreyle çıkmamacasına siyasete soktu. Bundan sonra, bir önceki devrimi kaçırdıklarına hayıflanıp bir sonraki devrimin özlemiyle yanıp tutuşanlar ile o devrimi önlemeye çalışanlar hep varoldu. Daha 1790’dan itibaren Edmund Burke’ler devrimin maliyetini anlatmaya koyuldu. Tâ 1910 ve 20’lere kadar Lenin’ler ise devrimin yararı ve son tahlilde göreli ucuzluğunu vurguladı.
Erken revolüsyonizm ve sosyalist devrim
1815 Viyana Kongresi’yle açılan Restorasyon dönemi ve bütün 19. yüzyıl boyunca Avrupa, bir tür erken devrimcilik ateşiyle yanıp tutuşanlarla doluydu. Stendhal’in Kırmızı ve Siyah’ında hem muhafazakâr ortamın boğuculuğunu, hem Julien Sorel’in şahsında kaçırılmış bir kahramanlık çağına duyulan nostaljik hasreti buluruz. Krallar taht ve tâclarına yeniden kavuşmuş; soyluların ayrıcalıkları iade edilmiş; Kilise laik öğretimi tekrar yoketmiş; bürokrasi yetenekli kişilerin özgürce yükselme yolunu tıkamış; sansür, yasaklar ve gizli polis siyaseti boğmuştu.
Madalyonun diğer yüzünde, unutturulması zor anılardan baldırı çıplakların Bastille’i fethinden,Marseillaise’den, Beethoven’ın Eroica’sı, Beşincisi ve Dokuzuncusundan beslenen Liberté, Hürriyet özlemi vardı. Öyleyse evet, tekrar devrim diyenler çoktu. Ama hangi devrim ve nasıl? Habire aynı cumhuriyet devrimi mi? Ya da bizatihî devrim olayı ve fikrine âşık olup, sırf devrim ânı için yaşamak mı, Blanqui gibi?
Bana öyle geliyor ki genç Marx’ın çıkış noktası sosyalizmden çok revolüsyonizmdi. Julien Sorel ve Blanqui’den pek farklı olmayan bir devrimseverdi. Bir noktadan sonra farkı, arzulanan yeni devrimin “bilimsel” formülünü bulduğunu düşünmesiydi.
Yorum Yap