Tatil notları (2) Atatürk, Lincoln ve demokrasi

  • 31.01.2013 00:00

 Abraham Lincoln’ın sesini, sırf iki yıl önce Atatürk’ün sesi konusunda yaşadıklarımızla karşılaştırmak için yazmadım. Daha ciddi bir mesele, Lincoln’ın bu halde de dinleyicisine nasıl seslendiği, kitleleri nasıl ikna edebildiği. Zira hemen ekleyeyim ki Mustafa Kemal’in Mustafa Kemal’ken ve sonra Atatürk’ün Atatürk’ken, genellikle “kitleleri ikna” diye bir derdi olmadı. Hiçbir zaman, bir veya birkaç rakibine karşı seçim yarışına girmek, çıkıp meydanlarda konuşmak ve kendi adına oy talep etmek durumunda kalmadı. Onun siyasası, bir yere kadar ordu ve bürokrasi içinde cereyan eden; bir yerden sonra da kamusal çerçevesi, askerî zaferlerin siyaset sahnesini fethedip üzerinde tekel kurmasıyla oluşan bir siyasaydı. Nitekim Erik Jan Zürcher’in de Turkey: A Modern History’sinde işaret ettiği gibi, gerçekten tartışmak ve karar almak gerektiğinde, hemen her zaman (askerî-bürokratik) elitin önünde ve o eliti ikna etmek için konuşuyordu. Meclis’teki bütün müdahaleleriyle birlikte bunun en çarpıcı örneği, her türlü meydan okumayı altetmiş göründüğü 1927’de, kendi yanılmaz ve alternatifsiz liderliğini tescil ettirmek için yazıp CHF ikinci kongresinde altı günde okuduğu Nutuk’tur. Halkın önündeki hitabeti ise daha çok, Cumhuriyetin genel çizgisini teyid etmeye, seçkinler arasında alınmış kararları duyurmaya ve bir ikna söz konusu ise, bakın şimdi bunu yapacaksınız (işte böyle yazacak ve böyle giyineceksiniz) anlamında “ikna” etmeye yönelikti. Yurt gezileri ve inkılâpları tanıtma konuşmaları ile Onuncu Yıl Nutku, bu kategoriden sayılabilir.

Lincoln ise, Atatürk’ün hiç olmadığı anlamda, hep demokratik bir politikacıydı. Daha genç bir avukat, sonra Illinois eyalet kongresinde temsilci, sonra Federal Kongre mensubu olarak, tekelci değil serbest rekabetçi bir ortamda yetişir ve yükselirken, ne parası vardı, ne üniforması, ne ünvanları, ne savaş meydanlarında kazanılmış zaferleri. Konuşarak ikna etme gücünden başka hiç ama hiçbir sermayesi yoktu ve hitabeti de gelip işte bu özelliğe dayanıyordu. Başka herhangi bir politikacıdan çok daha fazla Lincoln, diyor David Bromwich, dinleyicilerini by argument mantık gücüyle, onlarla tartışırcasına kurduğu argümanla yakalıyor ve aynı zamanda bu argümanın ardında, sarsılmaz bir inancın durduğunu hissettiriyordu. Bromwich bu yorumunu, John Ford’un 1939’da çevirdiği Young Mr. Lincoln filmiyle de destekliyor. Gelmiş geçmiş bütün Lincoln filmlerinin yazara göre en iyi sahnesinde, genç Lincoln rolündeki Henry Fonda, hapishane kapısında dikilmiş, içerdeki iki genci bir lynch mob’dan, onları linç etmek isteyen bir güruhtan korumakta. O uluyan kalabalığın içindeki tek tek çehreleri seçiyor ve her birine adıyla hitap ediyor, yaşam öykülerine atıfta bulunuyor, kişisel düzeyde ilişki kurup ikna ediyor, güruhu bireylere ayrıştırarak dağıtmayı başarıyor. Tamı tamına böyle bir şey hiç yaşanmadı, diyor Bromwich, ama sahne, Lincoln’ın güruhları da ne kadar iyi bildiği ve anlattığını, olabilirliği yüksek bir “gerçekçilik” düzeyinde yansıtıyor.

Bununla elele giden bir tevazu sorunu da var. Bromwich, Spielberg’in senaristi Tony Kushner’ın, Lincoln’a ikide bir Shakespeare’den alıntılar döktürtmesine, hiç böyle ukalâlık ve gösterişçiliği olduğunu bilmiyoruz diye itiraz ediyor. Ama en çok kızdığı, Kushner ve Spielberg’in Lincoln’e iddialı bir “tarihsel aktörlük” bilinci izafe etmesi. 1865 başlarındaki köleliğin yasaklanması mücadelesi içinde bir noktada Lincoln, “Şu anda bütün dünyanın gözleri bizim üzerimizde ve insanlık onurunun kaderini elimizde tutuyoruz. Bu fırsatı bize dökülen kanlar tanıdı” (We’re stepped upon the world’s stage now, with the fate of human dignity in our hands. Blood’s been spilled to afford us this moment) gibi, çok tantanalı bir lâf ediyor.

Bromwich’e göre bu sözler tamamen sahte ve yapmacık duruyor. Çünkü bir cakayı, çalım satmayı yansıtıyor. “Biz şimdi burada tarih yapıyoruz” gibi duygular, diyor Bromwich, Lincoln’a yabancıydı. En basiti, “insanlık onuru”ndan söz edemezdi çünkü bu çok daha geniş ve genel kavram, ancak 20. yüzyıl sonlarında, sömürgelikten kurtuluşun yeni ahlâkı ve Birleşmiş Milletler Tüzüğüyle yerleşti. Ama bunun ötesinde, “tarih sahnesinde” yer aldığı pozunu kesen her lider, kendi şanını yüceltirken yönettiği bütün insanlar için bir tehdit oluşturur

(a glory to himself and a menace to all whom he must lead). Bu noktada Bromwich sözü, 20. yüzyıl değilse de 18. yüzyıl sonları ve 19. yüzyıl başının bir askerî diktatörüne getiriyor. Zaten her fırsatta ”alınyazısı”ndan söz eden Napolyon’un, tam da böyle poz kesmeyi çok sevdiğini; Lincoln’ın ise, 1838’deki bir konuşmasının gösterdiği gibi, aynı pozculuğu nedeniyle Napolyon’dan nefret ettiğini hatırlatıyor.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yorumlar (1)

  • Hrac Madooglu
    Hrac Madooglu
    24.06.2013 08:32

    Hangi tarafi isterseniz destekleyin, bu sizin hakkiniz. Fakat Gezi olaylari esnasinda, bazi hukumet yanlisi vatandaslar, gayrimuslum vatandaslara karsi irkci beyanlarda bulundular. Prof Ahmet Atan, Yenikoy Muhtari, Olimpiyat madalyali bir guresci Rum, Ermeni ve Yahudilere hakaret ederek halki kiskirtmaya calistilar. Guresci, Akdeniz Olimpiyatlarinda bayragi tasidi, Atan ve Yenikoy Muhtarina sorusturma bile acilmadi. Bu konulara dokunmamaya ozen gosteriyorsunuz ve bunun icin de elestiriyi hak ediyorsunuz. Bu elestirileri tehdid olarak algilamaniz da mantikli bir yaklasim degil. Basbakanin da "Ne gurculugumuzu biraktilar, ne yahudiligimizi, ne de afedersiniz rumlugumuzu" dedigi icin ozur dilemesi gerekir. Dilemedigi surece bellegimizden silemeyiz o sozu.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums