- 24.11.2012 00:00
21 Kasım Çarşamba akşamı aHaber’de bir programa dâvetliydim. Filistin sorunu ve Gazze, dendi. 17:05 gibi masaya oturdum ve önce, kanalın Gazze’deki muhabirini izledik. Pilotsuz İsrail hava araçlarının vınlamaları ve F-16’ların homurtuları. Patlamalar. Ölen çocuklar, bebekler. Hava kederle, yasla ağır.
Hocam ne diyorsunuz, nedir bu durum diye sorulduğunda, dayanamadım; önce, dedim, bu olayı bu kadar sempati ve empatiyle verebilen Türkiye televizyonlarının, Uludere’de yaşananları nasıl verdiğine, daha doğrusu vermediğine de bakmak gerekir. Orası da benzer bir cehennem değil miydi yani; silâhsız insanların tepesine bombalar yağmıyor, gençler ve çocuklar ölmüyor muydu? (Biraz daha fazlasını ise sadece aklımdan geçirdim: Ne yaptı bunca tv haber programı, facia anlaşıldıktan sonra bile, susmaktan gayri? Yalnız Taraf değil bütün medya konuşsa ve hükümetten israrla hesap sorsaydı, PKK savaş havasına bu kadar kolay girer ve/ya BDP’yi de bu kadar rahat peşinden sürükler miydi?)
Bu sorular ve daha niceleri gayet yerinde, çünkü bir yanda, İsrail ile Filistin’in (ve Gazze Şeridi’nin) ilişkisi; diğer yanda, Türkiye devleti ile Kürtlerin ve Kürdistan’ın ilişkisi, her bakımdan dâvet ediyor bu karşılaştırmayı, vahşice, çığlık çığlığa. Yanlış anlaşılmamak için hemen belirteyim ki bu paralellikler, tekil mağduriyet öykülerinden çok daha karmaşık. İlginçtir: her iki olayın da bir yanında, “haklı”yken “haksız” olmuş, kibir ve gaddarlığa bürünmüş bir “ezen” milliyetçilik var. Yahudiler Ortaçağdan 19. yüzyıl sonlarına giderek ağırlaşan bir anti-Semitizme maruz kaldılar. 20. yüzyılda bu, Nazi ırkçılığı ve Holokost’la doruğuna ulaştı. Sürecin tamamı boyunca gelişen karşılığı ise (Pan-Slavizm, Pan-Cermanizm, Yunan megali idea’sı ve Türk Turancılığı ile aynı kategoriye dahil edebileceğimiz) Siyonizm oldu. Devlet kurarken ve kurduktan sonra, Arap ve Filistinlilerin canına okudular, okumaya devam ediyorlar. Osmanlı İmparatorluğu’nun “uzun 19. yüzyıl”daki gerileme ve küçülmesi sırasında Türk-Müslüman nüfus çok acı çekti. Yenilgiler birbirini izledi; terörize edildi; Kırım’da, Kafkasya’da, en önemlisi Balkanlarda “doğduğu diyar”lardan sökülüp atıldı. Bunun da karşılığında, olanca vahşeti, proto-faşizmi ve Sosyal Darwinizmi ile Türk milliyetçiliği gelişti. İlk (İttihatçı) aşamasında, Bulgar ve Yunanlılara yapamadıklarının öfkesini Ermenilerden 1915 soykırımıyla çıkardı. Kemalist Cumhuriyet’te, gayrimüslim “azınlık”ları da hâlâ süründürürken, asıl Kürtlere kan kusturmaya girişti. Bugün bile bir türlü duramıyor, öğrenemiyor, devam ediyor.
Fakat bir yanda İsrail ve diğer yanda Türkiye devletlerinin, şiddete karşı daha fazla şiddete başvurmaktan başka şey bilmeyen, kafası ancak buna çalışan kör inadı, aynı zamanda muadili ve simetriğini bir kere daha zalimi ve düşmanından öğrenip ona benzeyen; kendi “haklı”lığından kendi “haksız”lığına yol alırken milliyetçi nefretlerin “Amerika’sını yeniden keşfeden” PKK ve Hamas gibi iki şiddet hortlağını yaratıyor. Evet, nasıl Kürt halkı mağdur ama PKK bir şiddet hortlağıysa, Filistin ve Gazze halkı da mağdur ama Hamas bir şiddet hortlağı. “Haklı”lığını bir “ilk günah”a, Filistinlilerin yerlerinden yurtlarından edilmişliğine dayandırarak, sonsuza kadar intikam peşinde koşmaya hazır: İsrail’in bir devlet olarak varolma hakkını ve 1993 Oslo Anlaşmalarını tanımıyor; İran’dan aldığı Fecir-5 ve M-75 gibi roketlerden onlarcasını her gün İsrail yerleşim bölgelerine fırlatıyor (bu da onların Silvan baskını gibi): kendine alanında mutlak hegemonya arıyor ve (PKK’nın “hain”lerine yaptığı gibi) “İsrail muhbiri” saydığı herkesi elleri kolları bağlı getirip sokak ortasında infaz etmek suretiyle topluma dehşet mesajları vermekten de geri durmuyor.
Nasıl çıkılır bu sarmaldan? Bilmiyorum. Ama örneğin Roni Margulies’in 21 Kasım yazısındaki “açlık, sefalet, çaresizlik... [öyleyse] roket atan... haklıdır” mantığıyla asla çıkılamayacağı; bu zihniyetin (Kürt halkı gibi) Filistin halkının da en kötü dostu ve danışmanı olduğu kanısındayım.
Yorum Yap