- 7.11.2012 00:00
Geçen hafta demiştim ki, Ayhan Aktar (AA) Torosyan’ın kitabı için yazdığı uzun önsözde, işin esasına ilişkin tek bir olgusal tartışma var. Bu da s. 53-79 arasında, sırf şu batan-ama-batmayan gemilerle ilgili. Bu 26 sayfaya girmeden bir kere daha altını çizeyim: Torosyan’da, Çanakkale dışında da şüpheli, irkiltici, doğrudan ve buram buram palavra kokan, lâkin AA’nın es geçtiği çok fazla unsur var.
Agos’un 14 Eylül röportajında Hakan Erdem bir kısmına değindi. Kitabın tam başlığı (ve bunun Türkçesinde verilmemesi ki, ayrıca değineceğim) başlı başına bir problem. Torosyan’ın Eylül 1918’e (yani savaşın neredeyse bittiği bir noktaya) kadar Osmanlı ordusunda kalması; Arap isyanına katılır katılmaz emrine 6000 süvari verilmesi; Deraa’da Osmanlıları darmadağın ettiklerini söylemesi (yok böyle bir şey): Yıldırım Orduları Grubu’ndan sadece bir süvari alayı diye bahsetmesi, sırf Güney ve Filistin cepheleriyle ilgili “çürük”ler arasında.
Geçelim. Bu Sarkis Torosyan öyle bir savaş dehasıymış ki, Çanakkale’deki kahramanlığına binaen Enver onu özel olarak İstanbul’a çağırıyor ve Colmar von der Goltz ile Liman von Sanders gibi en üst düzey Alman komutanlarının da bulunduğu dörtlü bir görüşmede, bundan sonra ne yapmaları gerektiğini Torosyan’a danışıyor (s. 148-152). Sırf burada bir yığın sakatlık söz konusu.
(a) Torosyan’ın “Alman müşavirler” dediği Goltz ve Sanders’in görevi danışmanlıkla sınırlı değil. Goltz 1915 Ekim’inde ordu komutanlığıyla Mezopotamya’ya gidecek. Liman von Sanders ise zaten daha o anda Gelibolu’daki Beşinci Ordu’nun başında. Önemli bir nokta, 18 Mart 1915’teki Çanakkale Boğazı’nı sırf denizden zorlayıp geçme harekâtının durdurulmasının ardından, İtilâf devletlerinin bu sefer çıkartma ve kara harekâtını deneyeceğinin anlaşılması üzerine, Liman von Sanders’in hemen 24 Mart’ta bu göreve atanmış ve Gelibolu kara savunmasını düzenlemeyi üstlenmiş olması.
(b) Nitekim bu yüzden, Torosyan’ın söylediği tarihte, yani 1915 Mayıs sonlarında, Liman von Sanders İstanbul’da değil Çanakkale’de görev başında. Bu tersliği AA da görmüş (s. 149, dipnot 3): fakat biraz aşağıda izah edeceğim gibi, olanca önemini anlamışa benzemiyor. Hattâ Torosyan’a o kadar kuvvetle inanmayı sürdürüyor ki, yüzde yüz gerçek saydığı bu toplantıdaki “diğer” Alman subayı herhalde Bronsart Paşa’ydı diye bir faraziye de ileri sürüyor. Bu çok tipik; Torosyan’ın her açık verişinde, AA Torosyan’ın genel otantikliğinden şüphe etmeksizin, bazı spesifik açıkları kapatıp bütünsel gerçeklik hissini korumaya çalışıyor.
(c) Daha vahimi, “ego”suyla ünlü Enver Paşa bir yana, Prusya’nın o sıkı hiyerarşik disiplin ve itaat geleneğinden gelen, üstelik de kurmaylık yeteneği gerçekten büyük, o tarihte biri (Goltz) 72 ve diğeri (Sanders) 60 yaşında olan iki kıdemli Alman feldmareşalinin, genç ve küçük rütbeli bir subaydan ders alma ihtiyacını duyması veya buna rıza göstermesi. Kitaba bakılırsa, Enver Torosyan’a Almanların [1914’te] Paris’i neden alamadıklarını sormuş ve Torosyan anlatınca “kıkır kıkır” gülmüş; Goltz ve Sanders arasında ise (şaşırdıklarını imâ eden) hararetli bir tartışma yaşanmış. Oysa Schlieffen Planının neden başarısızlığa uğradığı daha baştan herkesin malûmu; Torosyan’ın cevap ve Almanlara eleştiri diye söylediğini iddia ettiği şeylerde hiçbir orijinallik yok. Özetle, 1947’de Torosyan kendi fantezilerini yaşamış, ama AA bunu bir türlü kavrayamıyor.
(d) Daha beteri bile var, maalesef. Güya 1915 Mayıs sonundaki bu toplantıya dair anlatımında, Torosyan iki noktada felâket çuvallıyor. Birincisi, Enver Paşa Torosyan’a kıyı istihkâmlarının yeterli olup olmadığını sormuş; o da, mayın tarlalarının temizlenmesini önlemek için kıyı boyunca ufak toplar yerleştirilmesini önermiş. Gülünç çünkü daha 1914 sonlarından itibaren deniz harekâtına karşı kurulan savunma sistemi zaten buydu. Açın bütün savaş tarihlerini; aynen böyle tarif edildiğini görürsünüz. Nitekim 10 Nisan 2010’daki ilk itiraz yazımda ben de savunma tertibatını aşağı yukarı bu sözcüklerle anlatmıştım. Öyle ki, kitabı edinip de buraları okuyunca deja vu hissine kapıldım. Torosyan’ın 1947’de yazdıklarına göre “1915’te söyledikleri” ile benim 2010’da yazdıklarım neden o kadar benziyor? Torosyan da Enver’e kendi “cevab”ını bu tür yayınlanmış kaynaklardan kopya çektiği için. Bu yolla, 18 Mart’taki Boğaz savunma sistemini kendisi düşünüp Enver’e tavsiye etmiş gibi yapıyor ama bu sistemin kurulmasından en az beş, 18 Mart’tan ise yaklaşık iki ay sonra.
Ha, bir komiklik de Torosyan’ın İngilizcede small cannons dediği yerde, Türkçeye çevirenin ve/ya AA’nın “ufak [seyyar]” deyip orijinalinde hiç olmayan ama değindiğim bütün savaş tarihlerinde ve benim 10 Nisan yazımda da geçen “seyyar” (= hareketli) sözcüğünü eklemesi. Acaba Torosyan’ın metnini bilinen gerçeklerle tamamlayıp iyileştirme yönünde bir çaba mı söz konusu? AA, birincil kaynak saydığı bir metni aynen sunmak yerine bu şekilde “geliştirme”nin vebalini bilmiyor mu? Haydi bunu da koyalım bir kenara. Asıl en büyük garabeti yarın anlatacağım.
Yorum Yap