|
|
Yirminci yüzyılın önemli tarihçilerinden olan Eric Hobsbawm 95 yaşında hayata veda etti. Hobsbawm yıllarca Britanya Komünist Partisi üyesiydi
|
İnsanın korkarak beklediği üzüntüler vardır, yıllar geçtikçe kaçınılmazlaşan. Arada sırada gelir aklınıza, ama hemen kovalarsınız o tatsız düşünceyi. Sanki hiç olmayacakmış gibi yaparsınız.
20. yüzyılın büyük tarih ekollerinden İngiliz Marksist tarihçiliği, 3H’larla özdeşti adeta. Ortaçağcı Rodney Hilton (1916-2002) öleli on; yeniçağ ve özellikle 1640-48 İngiliz Devrimi uzmanı Christopher Hill (1912-2003) öleli dokuz yıl olmuş (çok daha genç ve erken giden E. P. Thompson’u [1924-1993] saymıyorum). Bir Eric Hobsbawm kalmıştı, bütün o dev entelektüellerden hayatta. Eski öğrencileri, uzaktan-yakından tanıyan ve sevenleri, artık seyrekleşen aralarla her buluştuğumuzda, açmamamız gereken konularda, yanlış bir iş yaparcasına gayri ihtiyarî alçalttığımız türden bir sesle sorardık birbirimize: Nasılmış, haber alıyor musun?
Önce 85 oldu, 2002’de. Geleneksel Anglo-American Conference of Historians (İngiliz-Amerikan Tarihçileri Konferansı), o yıl Past and Present dergisinin 50. yıldönümüne ve bilvesile historiyografi sorunlarına ayrılmıştı. En son orada dinledim; açılış konuşmasında, tam ayakta durarak değil ama hayli yüksek bir tabureye yarım oturup yarım yaslanarak, bir saatten fazla, kendi çocukluk ve gençliğinden bu yana tarihçiliğin 20. yüzyıl serüvenini, kolay tarif edilemeyecek bir zenginlik ve karmaşıklık içinde anlattı. Her kelimesi ve cümlesinde, hem âşinâlık vardı hem de yenilik; ikide bir kendi kendime bir yandan “hah işte, tam böyle, ben de aynen böyle düşünüyorum” diyor, bir yandan da “ne kadar muazzam bir sentez” diye içimi çekiyordum.
Sonradan yanına gittim; beni hatırladınız mı gibi bir şeyler geveledim; tanıştığımızdan, Birmingham ve Hilton bağlantımdan filân söz ettim. Ha, evet, dedi (bilerek veya bilmeyerek): ardından da hemen ekledi : Keep up the struggle! Keep up the good work! (Mücadeleye devam, iyi işlere devam). Herkese, hep böyle derdi zaten; fikirler ve gerçek uğruna, sonsuz bir mücadeleydi hayatı.
2007’de 90, 2012’de 95 oldu. Çoğaldı endişeler. Ve dün (Pazartesi) sabah erken saatlerde, incecik, yorgun, yıpranmış bedeniyle zatürreeye nihayet boyun eğdi Eric Hobsbawm.
En katıksız “20. yüzyıl vatandaşları”ndan biri, belki sonuncusuydu. İngiliz Yahudisi bir baba ve Avusturya Yahudisi bir anneden, Bolşevik Devrimi’yle aynı yıl İskenderiye’de doğmuş; çocuk yaşta anti-faşist mücadeleye katılmış; 14’ünde Komünist Partisi’ne girmiş; ailesiyle birlikte İngiltere’ye kaçarak Nazizmden zor kurtulmuş; 1956 Macaristan devrimi ve Sovyet tanklarınca eziliş tarzı, onun da ruhunda büyük bir kırılma yaratmış (ama bir türlü komünizmi terk etmemiş, edememiş): bu ve daha nice trajedileri, 1960’lardan itibaren yoğunlaştırıp damıtarak araştırmış ve eserlerine yansıtmıştı.
Dört büyük cildiyle (Devrim Çağı; Sermaye Çağı; İmparatorluk Çağı ve hepsinin üstüne bir de Aşırılıklar Çağı) bir bütün olarak Yakınçağın ve özellikle anılarında Interesting Times (İlginç Zamanlar) dediği dönemin en kapsamlı, en derin tanıklarından biri olmuştu.
Dünya değişti. Nesli tükendi. Bir daha öyle guru’lar, “tarihçikahraman” lar göreceğimizi sanmıyorum.
“Hobsbawm, müstesna bir kişilik, bir ekoldü”
» Ufuk Uras Müstesna bir kişilik, bir ekoldü Çok büyük bir kayıp. Hobsbawm sol tarihi açısından akademik tarihin disiplinine sadık kalan hem de toplumun alt sınıflarına, ezilenler açısından tarihin nasıl okunacağını gösteren müstesna bir kişiydi. Siyasi tercihlerini saklamadan tarihi hep ötekilerin gözünden okuması nedeniyle “Ne öğrendiysek ondan öğrendik” diyebiliriz.
» Murat Belge Yakın dönem tarihi açısından çok önemli bir kişiydi. İnsanı şaşırtacak kadar çok okuyan ve bilen biriydi. Eserleri çok geniş bir yelpazede yer almaktaydı. Age of Extremes kitabı ise tarihçiliğinin biraz gerisinde kalmış ve öznel bulduğum tek eseridir.
Yorum Yap