- 2.04.2011 00:00
Herhalde önce şunu belirtmeliyim : tabii AKP de pek öyle “temiz” dövüşmüyor, PKK ve yan örgütlerine karşı. İkili “hem hükümet, hem siyasal rakip” konumunu fırsat biliyor. Yerine göre derin devletin ardına saklanıyor; yüksek yargının (en son DTP örneğinde olduğu gibi) parti kapatma girişimlerini önleyecek hiçbir şey yapmıyor. BDP’yle görüşmüyor (ve böylece, Kandil’in ve İmralı’nın ekmeğine yağ sürüyor). En olmadık zamanda KCK tutuklamalarını başlatıyor. Polisin her türlü sertliği konusunda hep çifte standartlı davranıyor.
PKK’nın ve etrafındaki birleşik cephenin tutumu ise, maalesef bunun aynadaki aksi gibi. AKP’yi hükümet (veya yarı yarıya devlet) olduğu için değil, siyasal rakip olarak “baş düşman” ilân ediyor. Ve sonra mücadelesini AKP’nin hükümet/devlet kimliği üzerinden yürütüyor. Bu da, bir parti olarak AKP’ye Kürt sorununda yeniden adım atmasına elverişli herhangi bir manevra alanı bırakmamayı amaçlayan bir maksimalizm, bir azamîcilik şekline bürünüyor.
Birincisi, PKK Türkiye’nin bir bütün olarak demokratikleşmesi mücadelesine katılmıyor. Şu veya bu gerekçeyle bunun dışında kalıyor ya da (anayasa değişikliği referandumunda olduğu gibi) sırt çeviriyor. Ahmet Türk’ün “hayır demeyi halkımıza açıklayamayız” ifadesi, neyin doğru neyin yanlış olduğunu pekâlâ bildiklerini açıkça göstermişken, büyük ölçüde AKP ile rekabet mentalitesi yüzünden boykot çizgisini empoze ediyor (ve sonra da Akın Birdal, bu hatâda inadı “Hrant’ı yetmez ama evet diyen arkadaşları öldürdü” şirretliğine vardırabiliyor).
İkincisi, “Ergenekon” diye özetlediğimiz askerî vesayet rejimine karşı mücadeleyi pek umursamadıkları, olası seçim ittifaklarına bakışlarına da yansıyor. Tabii AKP ile ittifak aramayacaklar. Ama diğer uçta, CHP ile ittifak aramalarına ne demeli ? Aşikâr ki bu noktada PKK, “düşmanımın düşmanı dostumdur”un dışına çıkamıyor. AKP’ye karşı veya rakip olsun da ne olursa olsun ! Kılıçdaroğlu’nun bir kısım Ergenekon sanıklarına kucak açması dahi onları pek ilgilendirmiyor gibi. CHP’yle flörtün şöyle bir mantığı da var : “kendi” bölgelerinde CHP nâmevcut. Dolayısıyla (Kürt meselesinde bir bütün olarak ne kadar gerici olursa olsun) PKK için dar anlamda rakip değil. Tersine, güneydoğu dışında PKK, CHP’nin sırtına binip (piggyback riding türü) bedavacılık yapabilir. Ama bu da ilkesiz bir oportünizm değilse nedir (ya da ilkesiz oportünizm bu değilse nedir), merak ediyorum doğrusu.
Üçüncüsü, bazı politika veya en azından demeçleri, buram buram AKP’yle inatlaşma, boyölçüşme (confrontationism) kokuyor. Yakın geçmişte birileri (KCK tutuklamalarına karşı olsa gerek) “[biz de] bölgedeki AKP’lileri tutuklamaya başlayabiliriz” gibi bir şey söyledi, örneğin. Gerçi arkası gelmedi. Ama bunun ne kadar mantıksız bir meydan okuma olduğu üzerinde pek durulmadı. Hele “bayraklı ve öz savunmalı demokratik özerklik”le birlikte düşündüğümüzde, söz konusu özerkliğin bu sefer PKK’nın mutlak ve keyfî (istediğini tutuklayabilen) iktidarı anlamına geleceği yolundaki öngörüleri haklı çıkarmaz mı ? Bana kim, aksini açıklayabilir veya ispatlayabilir ?
Dördüncüsü, PKK çevresinin aslında bir dizi başka beyanı veya politikası da, bu ölçüde kapışmacı olmasa bile, herhangi bir uzlaşma olasılığını habire zora koşuyorlarmış izlenimini uyandırıyor. Kurtuluş Tayiz de yazdı (4 Mart): en kritik anda, üstelik önceki hamlelerinden sonuç almış değilken, birdenbire gündeme henüz zemini bile oluşmamış yepyeni unsurlar ekleyiveriyorlar. Bir dil tartışması başlatıyorlar, örneğin. Çok yerinde bir tartışma; ayrıca somut haklılık çerçevesi de hazır çünkü KCK dâvâsı sanıklarının Kürtçe ifade verme ve savunma yapma talepleri, mahkeme tarafından sürekli reddediliyor. Bu, vicdanları o kadar rahatsız eden bir uygulama ki, Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Yardımcısı Arınç da, “AKP çizgisi”nin dışında sayılabilecek şeyler söylüyor, olumlu sinyaller veriyorlar.
Bu kadar müsait bir zeminde, bu konuya konsantre olunmaz, sürekli üzerine gidilmez mi ? Üstelik, Türk milliyetçisi basının “iki resmî dil istiyorlar” gibi saptırmalarını çürütmek gibi, daha yapılacak çok şey varken ! Fakat o da ne; daha tek dil/iki dil vâveylasının ilk dalgası doğru dürüst yatışmamışken, bu sefer DTK’nın “bayraklı, öz savunmalı ve hattâ köy komünlü demokratik özerklik” metni yüzünden kıyamet kopuyor (nasıl kopmasın ki; Öcalan bile gördü bunu) ve dikkatler oraya kayıveriyor. Ama kaos yetmemiş gibi, bunun da üzerine “Öcalan’a ev hapsi” talebi çıkageliyor.
Yarı şaka yarı ciddî, bunun tıbbî bir nedeni mi var, diye düşündüğüm oldu geçen aylarda. Kandil’de veya DTK veya BDP yönetiminde birileri, ADD veya DEB’den muzdarip olabilir mi örneğin ? Attention Deficiency Disorder diye bir sendrom var, biliyorsunuz; Türkçe karşılığı Dikkat Eksikliği Bozukluğu oluyor.
Vallahi, keşke o kadar basit ve masum olsa, diyeceğim geliyor.
Yorum Yap