- 20.03.2015 00:00
ÇARŞAMBA gününden beri Çanakkale Zaferi’nin 100. yıldönümünü idrak ediyoruz.
Kutlu olsun! İki tarafta can vermiş askerlerin de ruhları şad ve mekânları cennet olsun!
Hamaset, mamaset diye buna burun kıvırmak entelektüel züppelikten öteye gitmez…
***
ÖYLE, çünkü hemen her halk ancak kurucu mitoslar ekseninde ulusa dönüşür.
Böylesine efsaneler var olmadan ve içerikleri süslenmeden; eğer hiç yoksalar da sunî biçimde üretilmeden millet mertebesine ulaşmak haniyse imkânsızdır.
Ve her zaman değil ama yine de bunlar çoğu defa askerî başarılarla özdeşleşirler.
***
MESELÂ Çekler ulus bilinci edinmelerini 1419- 1436 Hussî savaşlarına, Flamanlar ise Fransızlara karşı kazandıkları 1302 Altın Mahmuzlar muharebesine uzandırırlar.
Polonya da diğer Slavlarla olan esas ayrışmayı 1410 Grunwald arbedesiyle başlatır.
Ama bazen yukarıdakinin tam aksi gerçekleşir. Millet bir yenilgi çerçevesinde oluşur.
Örneğin Sırp kimliği Osmanlılar karşısındaki 1389 mağlubiyetiyle netlik kazanmıştır.
Zaten 1915 Boğazları için de aynı şey geçerlidir.
Bizler “Çanakkale geçilmez” menkıbesiyle modern ulusa doğru ilerlerken hasmımız durumundakiANZAC ordusunu Gelibolu’ya gönderen iki Güney Yarımküre ülkesi de aynı yerde ve aynı muharebedeAvustralyalılık ve Yeni Zelandalılık kavramlarını benimsediler.
Yani zafer veya bozgun, millete dönüşmek açısından öz değişmemiş oldu.
İmdii…
***
İMDİSİ şu ki, Çanakkale’nin 100. yılını kutluyoruz ve kutlamakla da yükümlüyüz.
Amenna da, Azrail’in neden orayı orakla biçtiğini; her cephede niçin milyonlarımızın öldüğünü; yani 1. Dünya Savaşı’na hangi akla hizmet girdiğimizi de bilmekle yükümlüyüz.
Kahramanlık şiirlerini ve emperyalizm lanetlemelerini bir an unutalım. Ufkumuzu ağacın tekilliğiyle, yaniGelibolu’nun Kocaçimen Tepe veya Conk Bayırı’yla sınırlamayalım.
Aynı ufku mümkün mertebe genişleterek ormanın bütünlüğüne, yani Harb-i Umumi’nin Somme Vadisi’nden Mazurya Gölleri’ne uzanan sonsuz mahşerine göz atalım.
Bu takdirde Çanakkale ancak bizim açımızdan bir vatan müdafaası olabilir.
Fakat savaşın genel stratejisinde saldırgana karşı düzenlenmiş taktik ve doğal bir harekâttan başka bir şey değildir ki, o saldırgan da biziz!
***
EVET, saldırgan biziz! Tabyalarımızda top gürleten İngiliz ve Fransız muhripleri Seddülbahir önüne de,Saros Körfezi’ne de, Kum Kule açığına da gökten zembille inmediler.
Onların metazori oraya gelmesine çanak tutan zevat, kimse kılımıza dokunmazken, üstelik tarafsız kalmamız için garanti, hattâ rüşvet önerilirken; “bir çocuğumuz oldu” yüzsüzlüğüyle ve savaş bile ilân etmeden, mürettebatına fes giydirdiği Alman zırhlılarını Rus limanlarını bombalatmaya gönderen İttihatçıEnver ve şürekâsıdır!
Böylesine bir kepazeliği yalnız Almanya, o da sırf tarafsız Belçika’ya karşı yaptı.
Yoksa yanlış diplomatik hesaplar ve uğursuz tesadüfler neticesi patlayan 1. Harp’in başlangıcında Osmanlı İmparatorluğu ne sebep, ne hedef, ne sonuçtu.
Bu yöndeki bütün iddialar yalandır ve tek bir delili yoktur ama savaşın Türkiye’yi paylaşmak için çıktığı tezi dincisinden ulusalcısına, bugün ülkemizde hâlâ geçerli akçedir.
***
NE mutlu, Çanakkale geçilmez kurucu efsanemiz sayesinde genç bir ulusa dönüştük.
Fakat zaferin 100. yıldönümünde efsaneyi artık gerçekle de yüzleştirmemiz gerekiyor.
Yüzleştirebilelim ki, vakti geldi geçiyor, olgun ulus mertebesine de erişmiş olalım.
hadiuluengin@taraf.com.tr
Yorum Yap