- 17.01.2015 00:00
TABİİ ki doğru… Batı’nın İslam’la yaşamakta olduğu sonsuz vahim sorunda bizzat o Batı’nın sorumluluk payı çok, hem de pek çok büyüktür!
Ancak bunu söylerken sömürgeci ve emperyalist geçmişi kastettiğim sanılmasın!
İşin kolayına kaçacak ve her derde deva mazereti ağzımda tekrar sakız edecek değilim.
***
DEĞİLİM, zira ne malumun ilâmı, ne de tesellinin sathîliği bugünkü gerçeği açıklıyor.
Kaldı ki modern anlamda olmasa bile aynı sömürgecilik konusunda Hinduist, Konfüçyüsçü veya Müslüman uygarlıkların mazisi de sütten çıkmış ak kaşık değildir!
Tarih boyunca bunların her biri hem başka medeniyetleri tahakküm altına aldılar, hem de kendi değerlerini onlara empoze ettiler.
Dolayısıyla ister Şark’ta, ister Garp’ta olsun çok geniş anlamıyla o sömürgecilik farklı dönemlerde farklı coğrafyaları belirlemiş bir “zamanın ruhu”ndan ayrı düşünülemez.
Hele hele ilelebet sanık sandalyesine mahkûm edilecek bir “cürüm” hiç olamaz.
Aksi takdirde bunun sonu yok! Nitekim meselâ, Kore’den gelip yerli halk Aynuların kolonize ettikleri için günümüz Japonlarını veya Arnavutların geri kalmışlığını İslamlaşmaya bağlayan İsmail Kadere gibi, işlemi gerçekleştirmiş Türkleri “suçlu” (!) saymamız gerekir.
Çık çıkabilirsen işin içinden ve “masumiyetini” ispatlayabilen beri gelsin!
***
PEKİ, yukarıda Batı’nın sorumluluğu derken neyi kastediyorum?
İster fincanı katırları ürksün, ister siyaseten doğrucu riyakârlıkla bağdaşmasın, dobra dobra söyleyeceğim:
Müsamahakârlığını!
***
BAHSETTİĞİM müsamahakârlık Müslüman göçmenlere tanınan “hoşgörüdür”!
Nitekim ne Paris’te doğma büyüme Kuaşi Biraderler, ne de yine Avrupa’dan El Kaide’ye, IŞİD’e, Boko Haran’a koşa koşa giden meczuplar gökten zembille indiler…
Bizzat aynı Avrupa’nın laçkalığından ve alargalığından ötürüdür ki, dün Amsterdam tren istasyonunda eroin satan yahut Brüksel metro durağında çanta kapan haytalar bugün “irşada erip” (!) Suriye’de, ağızlarından yel alsın, kelime-i şahadetle kelle uçurur oldular.
Çünkü hemen bütün Batı devletleri, kâh sekülarizm, kâh demokratizm, kâh insan hakları diyerek, genel yurttaşlık haklarının kat be kat ötesinde, İslam orijinli muhacirleri kendi ülkelerinde sahip olmayı asla hayal dahi edemeyecekleri “dinî” (!) özgürlüklerle donattılar.
İngiltere başkentinde bir “Londonistan”a, Köln’de bir “Kaplanistan”a cevaz verdiler.
Artı, hem eski sömürgeciliğin mahcubiyeti, hem buna ilişkin cazgır suçlama, hem de şu postmodern zamanların camiacı kimlik anlayışı onları tam bir teslimiyetçiliğe sürükledi.
Ve şüphesiz ki bu lakaydinin ve müsamahanın geri planında Müslümanları “işine akıl sır erdirilmez garip varlıklar” olarak gören gizli bir aşağılama dürtüsü de yer aldı ve alıyor.
Fakat göz yumdukları cin artık şişeden çıktı, şimdi onun tarafından çarpılır oldular.
***
IRKÇILIKMIŞ, ayırımcılıkmış, gettolaşmaymış falan… Tamam, bunlar tabii ki var!
Aslında tam tersi de haydi haydi var ama konunun ayrıntısına girecek yerim kalmadı.
Her hâlükârda sözkonusu argüman hem niçin bütün göçmenler arasında yalnız Müslümanların KuaşiBiraderler ürettiğini açıklıyor, hem de tıpkı daima Batı’nın sömürgeci geçmişini mazeret göstermek gibi, züğürt tesellisi bir kandırmaca olmaktan öteye gidiyor.
Ve dediğim gibi, bugün İslam’la yaşadığı çelişkide Batı’nın sorumluluğu bizzat kendi müsamahakârlığından; bu müsamahakârlık ise aynı Batı’nın aynı İslam’ı o Batı değerlerinden “maada” bir hakir görme duygusuyla iç bünyede “hür” bırakmış olmasından kaynaklanıyor.
hadiuluengin@taraf.com.tr
Yorum Yap