- 3.09.2014 00:00
ALMANYA Türkiye’yi dinlemiş...
Eh, dinler!
Ne olayı skandal boyutunda abartmanın, ne de pireyi deve yapmanın âlemi var!
ABD Almanya’yı dinler, Almanya Türkiye’yi dinler, Türkiye’ye de filancayı dinler...
Hatta imkânı varsa o Türkiye hem o ABD’yi, hem de o Almanya’yı dinler.
Bu, ezelden beri böyledir ve de böyle olmaya da devam edecektir.
***
ÖYLE, zira uluslararası ilişkilerde dostluk kavramı sonsuz görecelidir.
Mutlak bir güven, dayanışma, kardeşlik yoktur ve olamaz. Bunlar içi boş lâflardır.
Olmadığı içindir ki de hiçbir devlet şu ülke benim müttefikimdir, bu başkent benim partönerimdir diye onun mahremine vâkıf olmak merakından vazgeçmez ve vazgeçemez.
Zaten sözkonusu meraklılıkta Türkiye de asla ve asla sütten çıkmış ak kaşık değildir.
Nitekim o zamanki Derin Devlet daha dün Ankara’daki Ortak Pazar misyonunun mail yazışmalarını çalıp sonra da bunları Karanlıkçı ulusalcılar vasıtasıyla servis etmedi mi?
Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!
Hem AB’ye üyelik müracaatı yapıyorsun, hem de onun temsilcisini ispiyonluyorsun...
Dolayısıyla Berlin istihbaratının bizi dinlemesini de vaka-ı adiye saymak gerekiyor.
Böylesine kulak hırsızlıkları Bursa’daki sağır sultanın bile bildiği, yani sözkonusu hırsızlıklar önlenemese bile onun sürdüğünün bilindiği yahut tahmin edildiği “sırlardır” (!)
***
FAKAT o sır alenileştiği, başka bir deyişle şimdi olduğu gibi gazetede, televizyonda, kamuoyunda ayağa düştüğü takdirde manzara biraz çatallaşır. İki taraf da zor durumda kalır.
Biri elçiyi çağırır, protesto notası verir. Vukuat pek vahimse de diplomat sınır eder.
Diğeri ise duruma göre, şayet eli çıkının içindeyken yakalanmışsa mecburen alttan alır.
Yok eğer hırsızlık tam ispatlanmamışsa hafiften inkârla geçiştirmeye çalışır.
Nitekim ABD’nin Fransız Elysées Sarayı’ndan Alman Başkanlık uçağına bilumum müttefikleri de en üst düzeyde dinlediği ortaya çıkınca yukarıdaki senaryo gerçekleşmedi mi?
Çıkarlar çelişkilere ağır bastığı için olay iyi kötü tatlıya bağlandı ki, şüphe yok Berlin Ankara arasındaki mesele de aynı sonla noktalanacaktır ve öyle noktalanmak zorundadır.
Ancak bazı durumlarda iş tatlıya değil zehir zemberek bir acıya varır ki bunun en meşhur örneği de modern tarihe“Zimmermann Telgrafı” diye geçmiş istihbarat olayıdır.
***
VAFTİZ adıyla Arthur Zimmermann, bu zat-ı muhterem 1. Dünya Harbi’nde Berlin dışişleri bakanıydı. 1917 yılı başında Washington’daki Alman elçisi vasıtasıyla Meksika’daki yine Alman elçisine gönderdiği telgrafta da tarafsız ABD’nin savaşa girmesi ihtimali yaklaşırsa o Meksika’nın Birleşik Amerika’ya saldırmaya ikna edilmesi talimatını veriyordu.
Karşılığında ise aynı Meksika’ya Teksas ve Arizona eyaletlerini vaat ediyordu.
Britanya istihbaratı bu telgrafı Okyanus altındaki kabloda yakaladı ve şifreyi kırdı.
Ama durum açıklanırsa Londra’nın Amerikan yazışmalarını da okuduğu ifşa olacak ve ABD’deki pro-Alman ve pasifist lobi casusluk ve provokasyon diye kıyameti koparacak.
Dolayısıyla acilen Meksika’daki ajanını devreye sokan İngiliz servisleri Washington’daki Alman elçisinin oraya aktardığı telgrafı postanede ikinci bir defa daha elde ettiler.
İlkini es geçip bunu duyurarak da Birleşik Amerika’da havanın değişmesini sağladılar.
Pot üstüne pot, Zimmermann bir de teklifi doğrulayan açıklama yapınca Wilson hükümeti müttefik safta savaşa girmek kararı aldı ki, Almanya kendi ayağına ateş etmiş oldu.
Eh, artık deniz altından telgraf kablosu bile değil tepemizin üstünden radyo dalgası geçtiğine göre, dost- düşman, kim yakalarsa tabii ki dinler, zaten bile bile lâdes oynuyoruz.
hadiuluengin@taraf.com.tr
Yorum Yap