- 16.08.2014 00:00
DAHA önce de yazdım, Başkanlık sistemine illâ karşı değilim. Ama yegâne bir şartla!
Senato dâhil tek adam sultasını önleyecek bütün özerk kurumların varlığı kaydıyla...
Oysa bugünkü Türkiye’de Anayasa Mahkemesi ve Merkez Bankası hariç yürütme erkinden bağımsız hiçbir mekanizma kalmadı.
ErdoğanÇankaya’ya tırmanış sürecinde mevcutları o yürütmenin denetimine aldı.
Zaten stratejisini de bu tekelini cumhurbaşkanlığına taşımak üzerine bir inşa etti.
***
ANCAK pazar günkü seçim sonucuna rağmen henüz tam anlamıyla oraya gelmedik.
Şu an muallâk bir geçiş dönemi yaşıyoruz.
Çünkü eski AKP lideri de facto, yani fiilen başkanlık yapmak istese bile hâlihazırdaki anayasa bunun de jure, yani hukuken gerçekleşmesine imkân tanımıyor.
Dolayısıyla da iki ihtimal beliriyor ki, burada Thomas More’un dün sözünü ettiğim “kötüyü engellemek mümkün değilse onu iyileştirmeye çalışın” aforizmasından yola çıkarak çoğulcu demokrasiyi benimsemiş olanlar açısından iki taktik üzerinde duracağım.
***
BİRİNCİSİNİ referandum hipotezi üzerine oturtmak gerekiyor.
Şöyle ki, yukarıdaki kontrol ve denge kurumlarını içerecek bir taslak önümüze konmadığı takdirde, sırf başkanlık sistemi öngören bir projeye “hayır” demek durumundayız.
Sadece ve sadece Erdoğan için biçilmiş kaftan niteliği taşıyacak bir anayasanın demokrasiyi ilerletmesi zaten düşünülemeyeceği gibi, son tahlilde bunun varacağı yer ancak “referander diktatörlük” denen tarzdan bir rejim olabilir.
Ancak şeytanın avukatlığını yaparak aşağıdaki varsayımı da vurgulamak zorundayım.
***
EĞER aynı anayasa taslağı Kürt sorununda çözüme götürebilecek maddeleri de ihtiva ederse, işte burada tekrar kestirmeden bir “hayır” cevabı vermek çok daha müşkülleşecektir.
Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık ve üstelik dün belirttiğim gibi, böyle bir çözüm kendi dinamiğinde mutlaka genel bir demokratikleşmeyi de tetikleyeceğinden, sözkonusu bir ihtimal karşısında iki defa ve uzun uzun düşünmek gerekecektir.
Esas olarak da sunulacak projeye göre ve artılarla eksileri dirhem dirhem tartarak karar vermek sorumluluğu dayatacaktır ki, şimdiden bir şey söyleyecek durumda değilim.
***
İKİNCİ şıkkı, gerçekleşsin veya gerçekleşmesin referandum ihtimalinden bağımsız ele almak gerekiyor. Tabir caizse de mecazî anlamdaki “politikacılık” kategorisine giriyor.
Çünkü yukarıdaki muallâk geçiş dönemi aynı zamanda ve bilhassa Recep Tayyip Erdoğan’ın da yumuşak karnını oluşturuyor.
Tedbirlere rağmen AKP’nin Çankaya’dan denetlemesi çantada keklik değildir.
Üstelik mevcut anayasa başkanlık sistemine elvermediği için gerek yeni başbakanın, gerekse parti içindeki farklı unsurların bir müddet sonra o Çankaya’nın iradesi dışına taşması hiç de yabana atılacak bir varsayım addedilemez.
Bu otonomi siyasetin kendi diyalektiğinde vardır ve Özal döneminde de yaşanmıştır.
***
O hâlde diyebiliriz ki, otokrasinin perçinlenmesini önlemek açısından bakarsak, yeni hükümet veya AKP bünyesinden gelebilecek veErdoğan’dan özerkleşmeyi hedefleyecek her muhtemel atılımı desteklemek demokrasinin selâmeti için en makul yaklaşım olacaktır.
Bunun da fesatçılıkla ilgisi yoktur. Felâket tellallığıyla hiç yoktur.
Yukarıdaki iki taktik de Thomas More’un “kötüyü engellemek mümkün değilse onu iyileştirmeye çalışın” pragmatizmiyle bir bütündür ve zaten de kötü niyetli de değildir!
hadiuluengin@taraf.com.tr
Yorum Yap