- 1.11.2013 00:00
İLKİN şunu açıklayayım: Zona denen illetle boğuştuğum için düzenli yazamıyorum.
Belâyı tam savuşturana kadar da muhtemelen böyle devam edecek.
Dolayısıyla Taraf’tan ayrıldığıma dair şayia yalandır.Sanal âlemdeki bir uydurmadır.
Şimdi sadede geliyorum ve bir anekdotla başlayacağım.
***
BİZ tabanvayla, dört çarpı dört bir heyulaya kurulmuş çift de bu lüks ciple Sirkeci’den Harem araba vapuruna biniyorduk. Böyle bir otomobilin fiyatı herhalde anasının nikâhıdır.
Tesadüfen gözüme ilişti, koltuktaki hatun neo-Nazi Maocular’ınneşrettiği Karanlık varakparesini okuyordu. Zaten taşıtın arka camına daK. Atatürk imzası yapıştırılmıştı.
Sonra, saçı röfleli ve gerdanı estetikli aynı hatun zahir tanıdı ki, güvertede karşılaşınca kocasını dirsekleyerek bana hışımla baktı. Daha hışımlısıyla cevap verince de başını döndü.
Zaten biliyordum ama ulusalcıların sosyolojik yapısı açısından yeni bir delil edindim.
***
O ulusalcılar ki, bunların ideolojik ağababaları hemen hiç istisnasız komünist rahle-i tedristen geçmiştir. Hatta ötesi, hâlâ utanmadan “sol” (!) olduklarını söylüyorlar.
Zaten yüz seksen derece çark ederek kızıl ve enternasyonalist bir Bolşeviklikten hâkî ve ırkçı bir faşistliğe dönmelerini yine Marksist-Leninist lügatle açıklamaya yelteniyorlar.
Uydurdukları teoriyi üç aşağı beş yukarı şöyle formülleştiriyorlar: Emperyalist boyunduruk altındaki Türkiye’de bugünkü mesele sosyalizm değil milli bağımsızlıktır.
Doğrusu ulusalcılar yatıp kalksın da aynı Marx ve Lenin’in mezardan baş uzatıp bu şarlatanlara “insaf, bizim adımıza bu kadar da atmayın” diyemeyecek olmasına dua etsinler!
***
İMDİİ, en kaba Marksist perspektiften bakıldığı takdirde bile günümüz Türkiye’si tamamen kapitalist bir ülkedir. Bu, kitabi açıdan da böyledir. Tevili ve lamı cimi yoktur.
Çünkü bir yandan sanayi ve hizmet üretiminin tarımı kat be kat aştığı, diğer yandan da şehirli nüfusun köylü nüfusa haydi haydi ağır bastığı nesnel ve tartışılmaz bir vakıadır.
Hatta tıpkı gelişmiş kapitalist modellerdeki gibi o hizmet sektörünün beyaz yakalıları tedricen sanayi sektörünün mavi yakalı proleterlerini dahi geri plana iter konuma ulaşmaktadır
Yani işin özü, eğer Marksistler illâ bir “devrim” (!) tasavvur ediyorsa bu devrimin mutlaka sosyalizm olarak hayata geçmesi gerekir. Arada aşama falan mevcut değildir.
Peki, nasıl oluyor da ulusalcılar sosyalizmi çıkmaz ayın son çarşambasına havale ederek “milli devrim” yaftası altında en faşist slogan ve siyasetlerin başını çekiyorlar?
***
ÇÜNKÜ hezimete uğradılar! Evet, ulusalcılık bir hezimet ve intikam ideolojisidir!
Nitekim bayraktarlığı komünistlerin yapması da kendilerinin bizzat o hezimetin öznesi, yani 1989’da Duvar’ı yıkan sillenin dayak oğlanı olmalarından kaynaklanıyor.
Zira işçi ve köylülerin ayaklanmayacağı, yani Leninist amentüdeki “devrim”e (!) soyunmayacağı hanidir anlaşıldı. Dolayısıyla başka yalan ve başka taban bulmak gerekiyor.
Eh, tuzu kuru sınıf tabiatı icabı Marksist lafazanlığa tınmayan bu yeni müşteriler de ancak milliyetçi ve laikçi şartlanması zaten hazırolda bekleyen kitle arasından devşirilebilir.
Sünni baskıdan hoşnutsuz Alevilerden başlayın ve tatil kasabalarında bira içen emekli öğretmenlere uzananın... Oradan da onların “evladım Atatürk torunusun”diye büyütülmüş çocuklarından dört çarpı dört ciplere kurulan beyaz Türklere dek yelpazeyi çok geniş tutun...
Kızıl bayrak cezbetmedi alı olsun... Orak çekiç yerine artık ay yıldızlı simge arkasına gizlenen bu ikiyüzlüler ulusalcılık sayesinde komünist olarak asla hayal dahi edemeyecekleri bir kitleyi o dört çarpı dört otomobillerin direksiyonundan yönetebileceklerini sanıyorlar.
Yine boşa kürek! Boğaz arabalı vapur olmadan şimdi Marmaray’la da geçilebiliyor.
hadiuluengin@taraf.com.tr
Yorum Yap