- 18.10.2013 00:00
HELE şükür, ABD’deki bütçe krizi nihayet bitti! Fakat geçici olarak bitti.
Zira Demokrat ve Cumhuriyetçi partilerin çarşamba günü uzlaştıkları metin federal harcamaları ancak15 Ocak tarihine kadar finanse ediyor. Borçlanmayı da 7 Şubat’la sınırlıyor.
Neyse, Allah kerim diyelim ve buhranın kültürel ve ideolojik boyutuna gelelim.
***
ALEXISIS de Tocqueville “Amerika’da Demokrasiye Dair” adlı başyapıtında şu tespiti yapar:
“Bu ülke ulusu devletten çok az şey istiyor, çünkü ona en azını vermeye yanaşıyor.”
Hemen hatırlatayım: Fransız düşünür yukarıdaki olguyu haniyse iki asır önce saptadı.
Oysa son krizin de yine aynı dürtüden kaynaklandığını söylersek yanlışa düşmeyiz.
Çünkü malûm, Birleşik Devletler’deki kızılca kıyamet Başkan Barack Obama’nın asgari bir sosyal güvenliği bütün yurttaşlar nezdinde genelleştirmek istemesinden koptu.
Cumhuriyetçilerin muhafazakâr ve gerici kesimi de Tocqueville’nin o tabiriyle devlete en azını vermeye yanaştığı içindir ki Kongre’deki Fil Partisi çoğunluğu harcamaları veto etti.
Tabii ultra-süper gücün konumundan dolayı buhranın sırf ABD’yle sınırlı kalmayıp dünya finans sistemini düne kadar hop oturtup, hop kaldırması da olaya tuz biber ekti.
***
19. yüzyılın Parisli liberali haklıdır! Dün de haklıydı, bugün de haklıdır.
Haklıdır, zira her ne kadar Yeni Dünya Yaşlı Kıta’nın çocuğuysa da iki tarafı ayıran temel özelliklerden birisini yurttaş- devlet ilişkisindeki çok farklı algılama oluşturuyor.
Bu farkı da belki Avrupa’daki modern ulusların ilkin monarşik devlet aygıtları tarafından kızağa konulması; Amerika’da ise aksine, önce spontane bir ulus bilincinin doğması ve devlet mekanizmasının daha sonra oluşturulmasıyla açıklamak gerekiyor.
Fakat her hâlükârda o Yeni Dünya’yı azami bir bireyciliğin; yani biz okyanusun doğu yakasından baktığımızda, bizim değerlerimizle haris bir egoistliğin belirlediği su götürmüyor.
***
ZATEN unutmayalım ki son krizi fitilleyen ve Çay Saati Partisi diye vaftiz edilen muhafazakâr Cumhuriyetçilerin tabanı esas itibariyle yukarıdaki bireyci- egoist zihniyetin hâlâ çok hükümran olduğu güney ve orta-batı eyaletlerindeki Derin Amerika’ya oturuyor.
Washington buralarda hep parazit addedildi. Gölge etme başka ihsan istemez dendi.
Bu takdirde kabaca şöyle bir şematik sonuca varabiliriz:
Sözkonusu Derin Amerika ciddi bir azınlık olarak ve dün olduğu gibi bugün de, teorik tohumları Fransız Devrimi’yle atılan ama ilkin zıt kutuptaki bir Prusya Bismarck’ı tarafından pratiğe geçirilen; sonra tedricen asgari dayanışmayı kurumsal kılarak bütün Derin Avrupa’ya damga vuran inayetli devlet kavramına direniyor.
Mayflower gemisini kıyıya vardırmış İsa Mesih’ten başkasının inayetini istemiyor.
Tabii burada bir de o Çay Partisi’nin o azınlık inadını vurgulayarak yine Tocqueville’nin “Demokratik Despotizm” kitabındaki diğer tespitler akla geliyor ama konumuza girmiyor.
***
İMDİİ, onca kıyamete rağmen aslında sosyal ve inayetli devlete doğru ancak minik bir adım olanObama atılımını ABD’yi kısmen Avrupaileştirmek çabası olarak da niteleyebiliriz.
Şimdilik başarı kazandı ve Yeni Dünya bir nebzecik aslına döndü.
Oysa bana sorarsanız, toplumsal uçurumları gemisini kurtaran kaptan ideolojisiyle meşru kılmış bir Amerika insani açıdan o dönüşü zaten yapmak yükümlülüğünü taşıyor.
Ama yine de dediğim gibi: Ben okyanusun doğu kıyısında geçerli bir kültürün lügatini kullanıyorum ve batı yakasında bireycilik addedilen kavramı egoistlik olarak anlıyorum.
Peki, Yaşlı Kıta’nın ihtiyar değil ahlaken genç olan bu lügati oraya da yerleşecek mi?
Garantisi yok, çünkü sosyal ve siyasal kültürleri çabucak dönüştüren bir mucize yok!
hadiuluengin@taraf.com.tr
Yorum Yap