- 26.06.2013 00:00
GERÇEKLER inatçıdır! Hoşumuza gitmese bile bunları saptamak zorundayız.
Evet, Gezi Parkı olaylarının galibi var:
Eyvah ki, ulusalcılar!
Tek ve yekpare bir ideoloji bloku olarak hem laikçi, hem de İslamcı ulusalcılar!
YUKARIDAKİ tesbiti yaparken “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye tepinen birincilerin şurada ya da burada eylemleri gasp etmiş olmasından yola çıkmıyorum.
Hâli vakti yerinde semtlerin onlarla gönüldaş biçimde sokağa inmesini abartmıyorum.
Bunlar son tahlilde taktik ve mikro başarılardır. Fazla bir kıymet-i harbiyesi yoktur.
Oysa hem laikçi, hem İslamcı ulusalcılar galebe çaldı derken çok daha stratejik ve çok daha makro bir olgudan; dolayısıyla da çok daha vahim bir gelişmeden söz ediyorum:
Yani öteki nefretiyle Batı’dan ve Batı değerlerinden kopuş rizikosunu kastediyorum!
***
HÂLBUKİ baştan beri vurguladığım gibi Gezi Direnişi Batılı bir karakter yansıttı.
Ama yine baştan beri işaret ettiğim diğer tehlike de gerçekleşti.
Tırmanış süreci Türkiye’yi siyasi ve diplomatik açıdan anti-Batı bir rotaya sürükledi.
Yazık ki bugün o Batı’ya bir ay öncekinden çok daha uzağız!
Bu tesbitte çelişki yoktur! Zira bazı sosyal olaylar kendi diyalektiğinde zıddını üretir.
Nitekim gelişmelere çok kısa biçimde göz atalım.
***
İŞTE, ABD ve AB başkentlerinden yapılan itidal çağrılarına hem kulak tıkayan, hem de onlara bir anlamda meydan okuyan otoriter ve pederşahi Başbakan kendi safındaki İslamcı ulusalcılarınuydurduğu zavallı, biçare ve zırva komplo teorilerine dört elle sarıldı.
Finans lobisinden medya muhabirine, geri planda “yabancı parmağı” (!) keşfediyor.
Hatta inanılmayacak şey, Brezilya hakkında bile hüküm verebiliyor.
Nitelikleri tabii ki aynı değil ama retorikleri ikiz kardeş, Putin’in, Chavez’in veya Ahmedinecad’ın her başı sıkıştığında söylediklerini şimdi Erdoğan tekrarlıyor.
***
NİTEKİM hatırlatalım ki yukarıdaki otoriterleşmeye koşut olarak AKP lideri daha önce de Şanghay İşbirliği Örgütü lâfını telaffuz etmiş ve ulusalcı hezeyana göz kırpmıştı.
Şimdi de Batı karşıtlığında dozu artırarak, zaten ezelden beri Ankara üyeliğine taş koyan bazı Avrupa Birliği ülkelerinin eline altın tepsi içinde fırsat sundu.
Böylelikle de, sözkonusu üyelik sürecinin hayati bir dış dinamik olarak Türkiye’nin demokratikleşmesinde oynadığı ve oynayacağı rol sonsuz vahim bir darbe yedi ve yiyor.
Yani fasit daire son bir aydır her geçen gün biraz daha kalın çizgilerle netleştiriyor ki, ülkemizi hazin ve ceberut coğrafyalara sürüklemek arzusuyla yanıp tutuşan laikçi ve İslamcı ulusalcılar Gezi Parkı’nda ilk raundu kazanmış olmanın sevinciyle el ovuşturuyor.
Dediğim gibi, gerçekler inatçıdır ve dolayısıyla başımızı kuma gömmenin âlemi yok, onların bu galibiyetini saptamak durumundayız!
***
PEKİ, ulusalcılar bu ilk raunttan sonra maçı da kazanacaklar mı?
Türkiye’yi Batı’dan ve Batılı değerlerden tecrit ederek yarı Rusya, yarı İran, yarı Singapur türü bir “arayış” (!) macerasına sürüklemekte de başarılı olacaklar mı?
Durum şimdi gerçekten kritiktir ve dolayısıyla, bir dizi karşı argümanın mevcudiyetine rağmen yine de kestirmeden bir hayır cevabı vermekte zorlanıyorum.
Veya, bütün varlığımla aksini temenni etmeme rağmen yukarıdaki soğuk nesnellik beni naif bir iyimserlikten de uzak kılıyor ki, bu yazıya onun için Acı gerçek başlığını attım.
hadiuluengin@taraf.com.tr
Yorum Yap