- 18.05.2013 00:00
ABD başta, Batı âlemi yirmi yıl önceki Bosna gafletini şimdi de Suriye’de tekrarlıyor.
Malûm, sözkonusu devletler eski Yugoslavya’daki katliam silsilesi karşısında ilkin kayıtsız kalmışlardı. Çok uzun süre popolarını kımıldatmak zahmetine katlanmadılar.
Ancak iş işten geçtikten sonra, o da ite kaka müdahale kararı aldılar.
Oysa bugün sözkonusu aşamaya dahi ne yaklaşıyor, ne de yanaşıyorlar.
***
YANAŞMIYORLAR ve nitekim yanılıyor olmayı tercih ederim ama bütün cafcaflı sözlere rağmen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın önceki gün Barack Obama’yla yaptığı temaslar ertesinde de Washington’un “silkeleneceğine” ihtimal vermiyorum.
Geçen hafta Moskova’ya giden Birleşik Devletler Dışişleri Bakanı John Kerry’nin Vladimir Putinönünde havlu atmasından sonra, bana sorarsanız, Erdoğan– Obama görüşmesindeki “Esed’siz çözüm” formülü öyle fazla bir kıymet-i harbiye ifade etmiyor.
Zaten BM’deki son oylama ve Cenevre-2 denen süreç de umut vaat etmiyor.
Diğer taraftan, Avrupa başkentleri tek başlarına inisiyatif almaktan tabii ki acizler.
Dolayısıyla, evet, Batı korkunç bir insanlık tragedyasına seyirci kalmakla tıpkı Bosna’daki gibi bizzat kendi etik değerlerinin ırzına geçiyor ve ahlaki kıstaslarını tepe tepe çiğniyor.
Balkan’daki hazin senaryo da aynı tür aktörlerle bu defa Ortadoğu’da tekrarlanıyor.
***
ÖYLE, zira dünkü Belgrad’ın Slobodan Miloseviç’i bugünkü Şam’ın Beşşar Esed’idir
Bu ikincisi de tıpkı birincisi gibi totaliter bir tasallutla hüküm sürmektedir.
Artı, politik- diplomatik açıdan bakıldığı takdirde Baas kasap da yine Sırp kasap gibi dış dinamiklerin belirsizliği sayesinde manevra kabiliyetine sahiptir.
Yani o Esed de o Miloseviç gibi Rusya ve Çin faktörleri aracılığıyla uluslararası camianın zaaflarını kullanmaktadır ki, tabii Suriye için buna bir de İran’ı eklemek gerekiyor.
***
ÖTE yandan, nasıl ki Ortodoksluk Balkan ülkesindeki ayrışıma payanda oluşturmuş ve Belgrad reisi bunu gıdıklayarak “temizlik” (!) yapmıştı, aynısı Suriye’de de Beşşar Esed ve oligarşisinin mensubu olduğu Nusayrilik- Alevilik ekseninde tezahür ediyor.
Sırp Çetnikler gibi Nusayri Şebiha da inanç ve mezhep temelli iktidar milisleri olarak sahnede yer alıyor. Rejimin en vahşi, en gaddar ve en kanlı vurucu gücü işlevini yükleniyor.
Artı, karşı taraf açısından da yine inanç ve mezhep temelli ve üstelik “enternasyonalist” nitelikli bir zıt paralellik ve simetri ortaya çıkıyor.
Yani “kâfire karşı savaş için” Bosna’ya giden ve ardından El Kaide’ye falan karışan Selefi fanatiklerin yirmi yıl sonraki uzantıları bugün de Suriye’de boy gösteriyorlar.
Buraya akarak Esed’in Şehiba’sına rahmet okutan başka katliamlara imza atıyorlar.
Dolayısıyla, savaşın sürmesi hem muhalefet bünyesindeki laik ve ılımlı kesimin sözkonusu“İslamcılar” (!) karşısında güç yitirmesine, hem de onların aynı El Kaide fasilesinden potansiyel“mücahitler” (!) olarak piyasa düşecek olmalarına zemin yaratıyor.
O hâlde şimdi şu sonuç sentezine varabiliriz:
***
BATI Suriye’de olup bitene karşı duyarsız davranmakla yalnız yine o Batı’nın sahiplenmeye çalıştığı etik ve hümanist değerleri çiğnemekle kalmıyor.
Aynı zamanda, orta- uzun, hatta belki yakın vadede başına belâ kesilecek yeni ve radikal“İslamcılar”ın güçlenmesine ortam hazırlayarak kendi tutunduğu dalı da kesiyor.
Dolayısıyla sözkonusu Batı’yı bizim zavallı ulusalcıların ve “sol” (!) taifenin yaptığı gibi Suriye’de müdahil olduğu için değil, aksine, müdahil olmadığı için eleştirmek gerekiyor.
İnsani ve ahlaki kıstaslar kadar siyasi öngörüler de bu tür bir eleştirelliği elzem kılıyor.
hadiuluengin@taraf.com.tr
Yorum Yap