- 9.11.2012 00:00
BAŞLIĞI sloganlaştırdım ama sistemi ilke olarak reddettiğim sanılmasın. Hayır!
Hayır, çünkü yürütmeyi güçlendirse bile sözkonusu rejim demokrasiyle çelişmez.
Nitekim aynı yönetim tarzı pek çok Kuzey ve Güney Amerika ülkesinde ilk günden itibaren, Fransa’da ise yarı-başkanlık modeliyle 1958’den beri “tıkır tıkır” (!) işliyor.
Hatta bu ikincinin eski krizlere panzehir olduğu düşünülürse, siyasetbilimci Maurice Duvergertarafından teorize edilmiş çözümün demokrasiyi güçlendirdiği bile söylenebilir.
Dolayısıyla “başkanlık sistemine hayır” derken genel bir önyargıyı yansıtmıyorum. AKP tarafından TBMM’ye sunulan önerinin içeriğini ve doğrultusunu kastediyorum.
***
HEMEN ekleyeyim ki “Türkiye’nin özel şartları izin vermez” de demeyeceğim.
Eski statükonun hep dil pelesengi etmiş olduğu bu “özel şartlar” bahanesinden bıktık.
Evet, enine boyuna tartışmalar ertesinde asgari bir toplumsal uzlaşma yakınlaşmışsa; bilhassa da başkanlık sistemiyle mutlaka atbaşı gitmesi gereken yapısal dönüşümler ve frenleme mekanizmaları hazırlanmışsa, sözkonusu yönetim tarzı pekâlâ da gündeme gelebilir.
Oysa bırakın enine boyuna tartışmayı, Recep Tayyip Erdoğan’ın gelecekteki kariyeri için biçilmiş kaftan olarak sunulduğu göz çıkartan AKP önerisi haniyse damdan düştü.
Sistem değişikliği gibi hayati bir atılıma soyunmasına rağmen iktidar partisi en ufak bir açıklama, en küçük bir bilgilendirme, en minik bir ikna kampanyasına tenezzül etmedi.
Üstelik o Erdoğan ki otokrat ve otoriter eğilimleriyle “tek adamlık” sinyali veriyor, kendisi için ayarlanmış bir başkanlığın demokrasiyi pekiştireceği tezi ikna edici olmuyor.
***
FAKAT yine de şüpheci davranmayalı ve AKP’nin bugünkü liderinden bağımsız bir biçimde ve gerçekten samimi bir iradeyle yürütmeyi yenilemek isteğini varsayalım.
Bu takdirde dahi başkanlık sistemine yine hayır!
Zira kabul, sözkonusu sistem tabii ki demokrasiyle çelişmiyor. Ama aralarındaki uyumu sağlamak için de mutlaka ve mutlaka iki koşulun hayata geçmiş olması gerekiyor.
Birincisi, başta iktidar partisinin sözünü verip de tutmadığı anayasa değişikliği olmak üzere mevcut rejimi demokratikleştirecek yapısal dönüşümlere tekabül ediyor.
Kürt sorununu belirleyen yeni yurttaşlık tanımı ve aynı sorunla ilintisi bulunsa bile aslında tüm bünyeyi kapsayan ademimerkeziyetçilik atılımı da mihenk taşlarını oluşturuyor.
Aksi takdirde değil başkanlıkla, Türkiye isterse krallık veya diktatörlükle idare edilsin, meselelerin özüne asla inilemeyeceği için her türlü yöntem farklığı ancak şekilde kalacaktır.
Hatta başkanlık sistemi idari yapıda zaten varolan merkeziyetçiliği daha da çok perçinleyeceğinden hâlihazırdaki durumdan bile geriye gidilmesi tehlikesi doğacaktır.
***
ÖTE yandan hiçbir demokrasi denetim mekanizmalarından bağımsız düşünülemez!
Dolayısıyla başkanlık sistemlerinde meclise hemen her zaman senato ve farklı seçimlerin farklı tarih ve kısmiliklerde yapılması gibi ciddi “frenleme supapları” eklenir.
Bunlar geleneksel parlamenter sisteme kıyasla daha da fazlasıyla güçlendirilmiştir.
Oysa AKP önerisi burada da yüzeysellik arzediyor. Elâstikiyete açık kapı bırakıyor.
Artı, bakanların meclis dışından atanabileceğine dair vurgulama ve kontrolün bütçeye indirgenmesiBismarck Almanya’sını ve darbelerin “teknokratlar kabinesi”ni hatırlatıyor.
O hâlde yazının başlığını şimdi başka bir biçimde formüle edeyim:
***
BAŞKANLIK sistemine, arabayı atın önüne koşan bugünkü şartlar altında hayır!
Ancak sırf yürütmeyi değil tüm sistemi yenileyecek bir irade ortaya çıktığı takdirde, tabii ki Recep Tayyip Erdoğan’ın da seçilmesi dâhil her şey mantıki ve mümkün olabilir!
hadiuluengin@taraf.com.tr
Yorum Yap