- 10.10.2012 00:00
ANLADIK, tabii ki savaş çığırtkanlığının âlemi yok! Zaten kim nara atıyor ki?
Ama sulhperestliğin de âlemi yok! Hiç mi hiç yok!
Neymiş? Hükümet yurtdışına asker göndermek için TBMM’den yetki almışmış.
Ne yapacaktı ya? Esed’e dönüp “ya Seyyit, madem Akçakale’de sağ yanağıma tokat indirdin, bari sol yanağıma da şamar nakşet ki ellerin dert görmesin” mi diyecekti?
Barış vaveylası kopartan ve Türkiye’deki Baas yandaşlarıyla Suriye’deki oligarşinin fanatik mezheptaşlarından oluşan yaygaracı kesime göre zahir böyle davranmak gerekiyordu.
Af buyurun ama biraz amiyane tabirle söylersek, “yemezler”!
***
YEMEZLER, çünkü onaylanan tezkerenin zorunlu bir “asgari tedbir”den öteye gitmediğini ve“caydırıcılık” hedeflediğini anlamamak için hem genel olarak uluslararası siyasete, hem de özel olarak Ankara’nın Şam politikasına at gözlükleriyle bakmak gerekiyor.
Veya sonsuz kötü niyetli demagojilerden medet ummak gerekiyor.
Zaten “rüzgâra kapılan” barışperest saftirikleri istisna tutarsak da yukarıdaki “azılı azınlık” bu ikinci kesimden oluşuyor.
***
ZİRA en önce bir: Suriye krizi patladığı andan itibaren Türkiye bu ülkeye fiilen müdahil olmak gibi bir tasavvur geliştirmedi. Dün de geliştirmedi, bugün de geliştirmiyor.
Hiçbir somut delil sunamadan aksini iddia edenler kuyruklu yalan söylüyor!
Olur olmaz maceralara meyletmeyecek bir emperyal diplomasi geleneğinden iniyoruz.
Dünya ve bölge konjonktürü en baştan beri ne Şam’a yönelik bir uluslararası harekât atmosferi doğurdu, ne de Ankara “tek tabanca” davranmak gibi bir serüven peşinde koştu.
Nitekim işkembe-i kübradan atan “şirretlik korosu” ilkin “saldırı”nın ABD’den ve Batı’dan geleceğini, ülkemizin de “piyon” rol oynayacağını öne sürdü ama sonra çark etti.
O ABD’nin alttan aldığı, hatta Akçakale’de olduğu gibi bizzat Washington ve NATO’nun itidal tavsiye ettiği ayan beyan ortaya çıkınca koro dezenformasyon taktiğini değiştirdi.
Şimdi de bu devlet ve kurumları “arbedeye sürüklemek” için AKP hükümetinin kasten provokasyon körüklediği gibi başka bir komplo teorisinden dem vuruyor.
Eh, belki iyi niyetli fakat haydi haydi avanak “barışperestler” yutar ama hayatı inatçı gerçeklerde arayanlar açısından bu yeni maval ancak mide fesadı anlamına geliyor.
***
PEKİ, Türkiye’nin Baas diktatörlüğü karşıtlarını barındırması ve çok muhtemelen de onların silahlandırılmasına izin vermesi yine bir fiili müdahale olarak nitelendirilemez mi?
Hayır, nitelendirilemez!
Uluslararası hukuk kurallarına göre yegâne fiili müdahile resmî bir devlet ordusunun başka bir devletin topraklarına, hava sahasına veya kara sularına tecavüz etmesidir ki, nokta!
Oysa ortada böyle bir durum olmadığı gibi Ankara’nın muhaliflere “göz yumması” da özünde ahlâki ve vicdani olan değerlerin siyasi uzantısından başka bir şey değildir!
Ve sözkonusu değerler giderek aynı uluslararası hukuka da damga vurmaktadır.
Ancak şu da bir vakıa oluşturuyor: O ahlâki ve vicdani yaklaşımlar soğuk ve duyarsız realpolitik açısından devletleri bazen yanlışa götürebilir. Bazen taş kalpli olmak gerekebilir.
Fakat Türkiye’nin Şam siyasetinde böyle bir yanlışa düştüğü dahi henüz söylenemez.
Ankara’nın doğru davrandığının orta-uzun vadede ispatlanması da ciddi bir ihtimaldir.
Her halükârda da realpolitik çerçevede doğru veya yanlış, Beşşar Esed ve avenesini reddetmek ahlâki ve vicdani açıdan tartışılamaz. İktidarın eleştirilemeyeceği tek nokta budur.
Böylesine vicdan ve ahlaktan yoksun “azılı azınlığın” şimdi neden “sulhperest” kesildiği ve iyi niyetli avanakları da nasıl tavlayabildiği konusuna cuma günü geleceğim.
hadiuluengin@taraf.com.tr
Yorum Yap