- 14.09.2012 00:00
TÜRKLER ABD’yi en az seven ulusmuş. Sam Amca’ya olumlu bakanlar tam üçte birle sınırlı kalıyor.
Ama “başınıza vukuat gelirse ilk kimden yardım istersiniz” sorusuna yine ABD cevabı veriliyormuş.
Bu kadar değil! Türkler aynı zamanda NATO’yu da en az benimseyen milletmiş.
Zaten de Batı’yı bırakıp Doğu’ya yönelenim diyenler çoğunluktaymış.
Ancak garip, AB üyeliği durumunda işlerin daha tıkırında gideceğini düşünenler tekrar öne çıkıyormuş.
***
RAKAM sıralamadım ve sonuçları çok basitleştirerek aktardım. Bunlar “Alman Marshall Fonu”tarafından uluslararası çapta gerçekleştirilen ve önceki gün yayınlanan kamuoyu taramasında yer alıyor.
İtiraf edin ki durumda bir acayiplik var!
***
VAR, çünkü ne “büyük müttefik” addedilen Birleşik Amerika’ya zerre kadar sempati besliyorsunuz, ne de atmış yıldır bünyesinde yer aldığınız Kuzey Atlantik Paktı’ndan dirhem hazzediyorsunuz. Ammaaa...
Amması şu ki işler sarpa sararsa ilkin onlardan medet umuyorsunuz.
Artı, bir yandan yüzümüzü Asya’ya dönelim diyorsunuz, öte yandan Avrupa’da çıkar görüyorsunuz.
Doğrusu, bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu ünlemini kullanmak mantıki bir tepki oluşturuyor.
***
ANCAK şu da doğrudur: İnsan grupları her zaman o mantıki reflekslerle düşünmez ve davranmaz.
Rasyonel olmayan dürtüler devreye girer. Ortaya çıkan genel sonuçlar da çok çelişkili tablolar sunar.
Fakat bunun da belirli bir ölçüsü, belirli bir sınırı, belirli bir endazesi var!
Dolayısıyla Türklerin yansıtmakta olduğu ifrat manzarayı daha derin biçimde tahlil etmek gerekiyor.
Hele hele önceki yıllarda ve farklı kurumlar tarafından gerçekleştirilen sondajlarda da ulusumuza has temel özelliğin yine “ötekine sevgisizlik”; hadi hafifleterek söyleyeyim, en azından “ötekine güvensizlik” ekseninde yükseldiği gözönüne alınırsa buradaki patolojik vahameti saptamamak durumu hafife almak olur.
Peki, neden? Niçin biz diğerlerinin de fevkinde bir kapanıklık ve korunganlık hastalığından mustaribiz?
Bir değil bir dizi cevap olduğunu ve bunların da çetrefil bir yekparelik arzettiğini sanıyorum.
***
HER şeyden önce ulus-devlet virajında yaratılan kurucu efsane ve dayatılan şartlanma yabana atılamaz.
Unutmayalım ki “bir Türk cihana bedeldir”, “ne mutlu Türküm diyene” veya “biz bize benzeriz” türünden ideolojik vektörler ilk andan itibaren büyük başarıyla şırınga edildi. Kendi kendilerini hâlâ üretiyorlar.
Nitekim böylesine şiarları gönüllü olarak otolarına yazan vasıta sahipleri başka bir ülkede ya yoktur, ya da varsa devede kulak kalırlar. Artı, bireylerinin bile bayrak fetişizmiyle yatıp kalktığı milletler pek çok nadirdir.
Zaten özünde bir “Türk sorunu” olan Kürt sorunu da bu şartlanmadan dolayı çözüme kavuşmuyor.
***
ÖTE yandan, kolektif hafızamız emperyal yapı bünyesinde “millet-i hâkime” olan unsurun travmatik yaralarını barındırıyor. “Düvel-i muazzama” ejderhası tazeliğini koruyor. Yüz sene o hafıza için bir hiçtir.
Kaldı ki ulus-devlet varlığını pekiştirmek sürecinde aynı yaraların cerahatini kaşımak yöntemini seçti.
“Sevr kompleksi”den “bölünürüz” paranoyasına “öteki tehdidi”ni daima ve kasten canlı tuttu.
Ve nihayet biz Müslüman bir toplumuz! Derin bilinçaltımızda hem “Dar-ül Harp” algılamasını sürdürüyoruz, hem de kendimize özgü kompleks ve paranoyalarımızı sözkonusu Âlem’e mensup milletlerin genel olarak yaşadığı ve şimdilerde daha da üst düzeye tırmanan tatminsizlikle bütünleştiriyoruz.
Dolayısıyla da kamuoyu sondajında onları bile geride bırakan bir sevgisizlik ve güvensizlik sunuyoruz.
***
ŞÜPHESİZ, yukarıda getirdiğim cevaplara başkaları da eklenebilir.
Fakat her yanıt, itiraf edilsin veya edilmesin nihayetinde mutlaka korku faktörünü içerecektir.
Korkuların ezici çoğunluğu ise bilmemek durumundan ve bilmek istememek dürtüsünden kaynaklanır!
Eh, şimdi uluslararası kamuoyu taramasının gelecek seneki sonuçlarını beklemek gerekiyor.
Bakalım Türkler “ötekini bilmek” iradesinde ilerlemiş mi, gerilemiş mi, yoksa duraklamış mı olacak?
hadiuluengin@taraf.com.tr
Yorum Yap