- 11.08.2012 00:00
AKP’nin ikili iktidar yapısını kırarak siyasal gücü büyük ölçüde kendi elinde toplamasının, bütün toplumsal aktörler üzerinde belirgin etkileri oldu. Bu gerçekten çok katmanlı bir konu ve değişimin her köşesini ayrı ayrı ele almayı gerektirir. Öncelikle; eski rejimin güçleriyle değişim blokunun, karşılıklı olarak, kendi içlerindeki uyumunun sona ermiş olduğunu söyleyebiliriz. Bu, üzerinde tartışılmayı gerektiren gerçekten yeni bir durum. Çünkü iktidar oyununda aktörlerin çeşitlendiğine ve rollerin yeniden dağılmakta olduğuna işaret ediyor. Bugün, Erdoğan’ın kimi otoriter tutumlarından, demokratların eleştirilerine; CHP’nin “oksimoron” kimlik tanımlarından, Kürt sorununda gelinen yeni aşamaya kadar birçok konu, bu “dağılma” içinden anlam kazanıyor.
Statü blokundaki dağılma, tarihte hiç görülmemiş bir parti yapısı ve gücünü zayıflığından alan bir liderlik olgusu yarattı. Yeni anayasa için parlamentodaki bütün partilerin temsilcileriyle oluşturulmuş Meclis komisyonunda, CHP’li üyelerin kendi aralarındaki sert tartışmalardan diğer üyelere söz sırası gelmediğini biliyoruz. Bu parti asla aynı masaya oturamayacak çevrelerin iç iktidar mücadelesine sahne oluyor ve tarihte az rastlanır geçici bir denge içinde duruyor. Kılıçdaroğlu bütün konumunu, parti içindeki bu grupların diğerini yok edecek güçte olamayışı üzerine inşa etmiş bulunuyor. Çatışan güçler, Kılıçdaroğlu nezdinde kendi varoluşlarının güvenliğini buluyorlar. Gelenekle radikal düşünsel bir çatışmanın taşıyıcısı olmanın ağırlığından yoksun, dengeci ve tabii inandırıcılıktan yoksun, toplum gözünde etkisiz bir liderliğe tanık oluyoruz. Bölgede siyasi haritanın yeniden çizilmekte olduğu bu tarihsel dönemde, dünyanın büyük oyuncuları gözünde ciddiye alınabilecek bir alternatif olmadığı açık. Bu partinin nereye doğru evrileceği hâlâ belirsiz. Yakın gelecekte etkili bir iktidar oyuncusu olamayacağı, kaderinin önemli ölçüde muhafazakâr cephedeki gelişmeler tarafından çizileceği söylenebilir.
Kim ne derse desin, muhafazakâr bloktaki çatışma da statü blokundakinden daha az görünür değil. Gizleme, yumuşatma çabalarına karşın, çok sert bir rekabetin bütün işaretlerini izliyoruz. Sanırım, bugüne ve geleceğe ilişkin en önemli değişim de burada gizli.
Erdoğan’ın kimi “ideolojik” söylemlerinin, zaman zaman öne çıkan İslami sembolizminin, iktidar rekabetinin muhafazakâr dünyaya kaymakta olduğu tesbiti ile ilişkili olabileceği geliyor akla. Erdoğan, iktidar ekseni yer değiştirdiği için laik sosyolojinin eleştirilerini artık önemsemiyor olabilir. Kendisine İslami referanslar üzerinden bir eleştiri alanı oluşmasını, daha tehdit edici buluyor olabilir.
Keza, muhafazakâr bloktaki bu derin çatlak, Erdoğan’ı giderek daha çok kuşatılmışlık duygusuna, her eleştiride bir “projenin” izini aramaya itiyor da olabilir. Nitekim kamuoyuna yansıyan sözleri bu bakışı açıkça ele veriyor. Uludere’nin kendisi zaten üstüne söz söylenmeyecek kadar açık bir hamleydi ve hükümet üzerinde çok sarsıcı etkileri oldu. Erdoğan bu tür “zor” durumlarda nasıl bir yol izleyeceğinin bütün işaretlerini Uludere’de gösterdi. İnkâr, unutturma, gündemi değiştirme ve çatışmacı ideolojinin eldeki hazır araçlarına başvurarak mağdurları incitme pahasına suçlayarak haklı çıkma... Otoriter devlet dilinin Başbakan nezdinde dirilişini izledik.
Aynı tutumu işkenceyle suçlanan polis şefinin yeni göreve atanmasıyla başlayan tartışmada da gördük Önce sessizlik, el altındaki medyada derin suskunluk, ardından kamuoyuna açıkça yanlış bilgi verme ve mağdurların “terörist” olduğunu ilan etme. Uludere’deki şablon burada da işletildi. Atamayı savunması ve söylediği sözler gerçekten korkunçtu. Zamanlamayı manidar bulduğunu açıklaması ve polis şefini kimseye “yedirtmeyeceğine” dair “meydan okuyuşu”, eleştirileri hangi filtreler içinden değerlendirdiğini ele veriyordu.
Dediğim gibi, ben bütün bu “yeni çizgi”yi, iktidar oyununda muhafazakâr blokun tayin ediciliği ve onun içindeki belirgin çatlak üzerinden okuyorum.
Otoriter laiklikle girişilen hayat memat kavgasında geçerli “demokrat” söylem, muhafazakâr rekabette elverişli bulunmuyor. Oranın dili farklı. İlk dönemde, büyük kavgada; yoklayarak giden, tepki gördüğü zaman esneyen, balkonlarda dolaşan politikanın yerini, hatasızlık mitosuna yaslanan, esnemeyi “zayıflık” kabul eden, otoriter bir politika aldı.
İşin daha düşündürücü tarafı şu: Erdoğan en azından şimdilik bu “yeni çizgisi” yüzünden güç kaybına uğramıyor gibi gözüküyor. Evet, kimi muhafazakârlardan, laik demokratların neredeyse tamamından çok ağır eleştiriler alıyor. Kendi rasyoneli içinde bunları önemsemiyor.
Bazen düşünüyorum; acaba bunda, iktidar mücadelesinin giderek muhafazakâr dünyaya sıkışmış olmasının yanında, bir dönem çok etkili olmuş demokrat eleştirinin bugünkü üslubunun da bir payı var mı?
Demokrat eleştiri post-AKP dönemde kendisini yeniden kurarken, yeni iktidar mücadelesi içinde Erdoğan açısından bir “proje” olarak algılanabilecek “doz aşımına” mı uğradı? En azından “proje”olduğu iddiasını Erdoğan’ın kamuoyuna ileri sürmesini kolaylaştıracak bir yere mi savruluyoruz?
Bunun yanı sıra, İslami sembolizmi aşırı abartarak Erdoğan’ın muhafazakâr destekçileriyle sesimiz arasına mesafe mi koyuyoruz? Uludere, polis şefi, Kürt hakları gibi konularla, Cami, içki, operaya mescit tartışmalarını yakın ağırlıkta gördüğümüzü düşündürten bir “öz”e dönüş propagandasını kendi elimizle mi davet ediyoruz?
“Bunlar Erdoğansız devam etmek kararını çoktan vermişler” algısının sağırlığıyla mı karşı karşıyayız?
Gerçekten soruyorum.
Çünkü cevabını bilmiyorum.
ozaltinli@gmail.com
Yorum Yap