- 10.02.2016 00:00
Batı’yla ilişkimizde, “hayranlık-aşk/yetersizlik-nefret” karmaşası içinde yoğrulan zihinsel dünyamızın toplumsal-kültürel maliyetleri üzerine çok tartışılmıştır.
Batılılaşma hareketini sürükleyen değişimci damar, milli mücadeleden sonra ideolojik hegemonyasını kurmuş; Batı ulaşılması gereken “muasır medeniyet” olarak tanımlanmıştır.
Mustafa Kemal’in “fikir babam” dediği Gökalp’tan tanıdığımız hars-medeniyet sentezi kuramının, kurucu siyasetin meşrulaştırılmasında verimli bulunması şaşırtıcı değildir. Ziya Gökalp’in düşüncesinde, Batıcılığın modern ulus inşasında ihtiyaç duyduğu iki unsur birbirini güçlendirecek şekilde tanımlanıyordu:(1) Türk kimliğinin kültürel olarak yüceltilmesi (2)Gelişmeye engel sayılan geleneğin aşılması ve Batı uygarlığının benimsenmesi.
Hayat, Gökalp’in tanımladığı yönde düz, temiz, istikrarlı bir evrim yaratmadı. Kültür ve medeniyeti buluşturacağını iddia edensiyasetler, sentez yerine gerilim; uyumdan çok çatışma üretti.
Burada “siyasetler” sözüne vurgu yapmamın bir nedeni var. Öteden beri Türkiye’de; bizi var eden tarihsel-kültürel kimliğin Batı uygarlığının değerleriyle buluşma yolculuğunu “öz” e ihanet sayanlarla; bu sentez arayışının bir fikir olarak geçersiz ve kötü olmadığını, fakat dışlayıcı-baskıcı-elitist siyasetlerin hasarlarını tedavi etmek gerektiğini düşünenler arasında ciddi bir farklılaşma söz konusu.
Doğrusu ben kendi kişisel maceram içinde, içine doğduğumuz kültürün Batıyla olan ilişkisini uygarlıkların ontolojik çatışması üzerinden tanımlayan; sentez arayışını imkansızı dayatan bir demagoji ve “öz” e ihanet olarak gören bir yerde hiç olmadım; bu yaştan sonra olacağımı da sanmıyorum. Bütün toplumların, kültürlerin ya da medeniyetlerin etkileşim, devinim ve değişim içinde olduğuna; hepsinin bugün baktığımız yerden ayrı ayrı benimsenebilir ve benimsenemez özellikleri bulunduğuna inanıyorum. Kötü veya iyi bir “öz” ün varlığını reddediyorum.
Batı da; uzun insanlık tarihinde 16-17.Yüz yıldan itibaren güç merkezinin kaymaya başladığı; son derece ağır deneyimlerden sonra, insanlık açısından evrensel önemi olan bilgilerin, fikirlerin, değerlerin biriktiği toplumlar dünyasını temsil eder. Demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı… Bunlar, insan haysiyeti ve adil, uyumlu bir toplumsal hayat için dünyanın her yerinde önemli değerlerdir. Hani deniyor ya; “terörün milliyeti, dini, ırkı olmaz. Terör terördür”… Bu değerlerin de “milliyeti, medeniyeti, ırkı, dini olmaz. Her yerde değerdir.”
Doğrudur; ”Türkiye Batıcılığı”, geleneği ezen, aşağılayan, dışlayan faşizan bir düşünsel ve siyasal pratiğin failidir. Ayrıca, bütün hedeflerinde başarısızdır. Kalkınma, adalet, toplumsal eşitlik, demokrasi; bütün bu başlıklarda berbat bir mirasın baş sorumlusudur. Bugünkü nefret dilinin, değişime düşmanca ve her türlü ahlakı ayaklar altına alarak direnen anlayışın da ebesidir…
Batı devletlerinin reel politikaları; kendi değerleriyle çelişen ikiyüzlülükleri; içinden geçtiğimiz Ortadoğu felaketinde milyonlarca yurtsuzun trajedisine karşı kayıtsızlıkları; yakın tarihin Batıyı güçlü, Doğuyu mağdur kılan gerçeği…
Evet, bunların hiç birisi, daha önceleri AKP’nin de tam adını koyarak savunduğu “İleri Demokrasi” başlığında toplanan Batı kaynaklı değerleri önemsizleştirmez.
İktidara geldiğinden bu yana AKP ve Erdoğan’ın bu topluma özgüven aşılayan kişilikli siyaset ve söylemleri ne kadar değerliyse; “Aşk/nefret” çelişkisinin bıktırıcı yorgunluğunu, Batıyı karşıt bir medeniyet olarak tarif ederek aşmaya çalışmak; evrensel değerleri önemsizleştirmek de o kadar tehlikeli.
Yorum Yap