- 26.12.2014 00:00
17-25 Aralık operasyonlarının çok açık bir siyasal darbe girişimi olduğunu gören; bu sitede avazım çıktığı kadar “Çocuk değiliz. Ahmak da değiliz. Her şey gözümüzün önünde oluyor. Derin devlet açıkça saldırıya geçti” diye çığlık çığlığa yazılar yazan bir insan olarak söylüyorum: Bakanların Anayasa Mahkemesi’nde yargılanmasının engellenmesini savunmanın hiçbir inandırıcılığı yok.
17-25 Aralık’ın darbe girişimi olduğu gerçeği, yolsuzlukların “palavra” olduğunu kanıtlamaya yetmez.
Bakanlar için yargılanma yolu açılırsa, kamuoyu gözünde “darbe” tezinin zayıflayacağı; AKP’nin toplumsal tabanının aşınacağı düşüncesi hiç ikna edici değil.
Bu güne kadar defalarca yazıldı çizildi; toplumun 30 Mart’ta Erdoğan’a verdiği destek yolsuzlukların hiç olmadığı inancına işaret etmiyor. Bunu ortaya koyan kamuoyu araştırmalarını hepimiz biliyoruz. Sandıklara koşan milyonlarca seçmen, AKP’nin yıkılmasının, kendileri için, yolsuzluklardan çok daha katlanılmaz sonuçlar yaratacağını düşündüler. Söze başladığımızda yere göğe koyamadığımız o “toplumsal sağduyu”, hem darbeyi gördü, hem de yolsuzluklara inandı.
Kuşkusuz, yolsuzluk iddialarının tepeden tırnağa kurgu olduğunu düşünenler de vardır. Ya da bunu hiç umursamayanlar… Ya da “az bile yapmışlar, helal olsun” falan diyenler… Bunların hepsi bu toplumda vardır ve sanırım hep de olacaktır.
Fakat sağduyuyu ve ortalama ahlakı temsil eden ana gövdeyi hafife alan, görmezden gelen, “yarın unutulur” diyen akıl da, etik de çok sorunlu bence.
Anayasa Mahkemesi’nin tarafsız davranmayacağı, darbe tehdidinin bir parçası olacağı endişesi de kabul edilir bir argüman değil kanımca.
Darbe deşifre olmuştur ve önce 30 Mart, ardından Cumhurbaşkanlığı Seçimleri bunun teyididir.
Erdoğan’ın başarısı da zaten buradadır: Darbeyi anlatabilmesinde…
Yoksa bakanlarının hiçbir yolsuzluk yapmadığına toplumu ikna etmiş olmasında değil.
Anayasa Mahkemesi, 17-25 Aralık polisleri, savcıları, hâkimleri gibi davranamaz. O günlerden bu günlere Türkiye’de değişmeyen ne kaldı bilmiyorum.
(1) 30 Mart ve Cumhurbaşkanlığı Seçimleri’nin sonuçları ortadayken, (2) bürokraside, siyasette, toplumsal algıda dengeler AKP lehine daha da değişmişken, (3) ülkenin yargısı Gülen hakkında “terör örgütü lideri” sıfatıyla yakalama kararları verirken, (4) MGK belgelerinde Gülenist yapı tehdit olarak tanımlanırken; bugün hâlâ darbe gerekçe gösterilerek yargılamanın önü kesilirse, bunun toplumsal algıda bir tek karşılığı olur: “Yolsuzlukları örtüyorlar…”
Yolsuzluklar nasıl onun üzerinden girişilen bir darbeyi meşrulaştırmazsa, darbe girişimine maruz kalmak da yolsuzlukları örtmeyi meşrulaştırmaz.
Sorun, muhalefeti tatmin etmek de değildir. Sorun topluma, onun beklentilerine, demokratik duyarlılıklara saygı duymaktır.
Bakanlar yolsuzluklara karışmamışlarsa bugünün koşullarında toplumun gözü önünde gerçekleştirilecek bir yargılamada haksız bir mahkûmiyete maruz bırakılamazlar. Neredeyse dönüp dolaşıp Çetin Doğan bile masum ilan edilecekken, uydurulmuş eğreti delillerle hiçbir mahkeme bakanları mahkûm edemez. Açık, şeffaf bir yargılamadan çekinmek için ciddi bir neden yok. En angaje olduğunu varsaydığınız yargıç bile kuşkulu bir oyunun parçası olmayı göze alamaz artık.
Fakat deliller açık seçik yolsuzluklara, rüşvete işaret ediyorsa da mahkeme ceza kararı verecektir elbette.
Kısacası; “Bakanlarımız masum ama yargıya güvenmiyoruz” sözü, toplum zihninde “bakanlarımız maalesef bir şeyler yapmışlar ortaya saçılmasından zarar görmek istemiyoruz” diye tercüme edilecektir.
O zaman gerçek soru şudur: Bakanların yolsuzluklara karışmış olması mı, yoksa bu yolsuzlukların AKP tarafından örtülmesi mi daha affedilmez bir ahlaksızlıktır?
Akıl da etik de AKP’nin bu yargılamayı göze almasını gerektiriyor.
Bir siyasi harekette her zaman; ağır fanatikler, lider kültüne tapınanlar, örgütü kutsallaştıranlar, kişisel varoluşunu “biz ve düşmanlarımız” çatışması üzerine kuranlar vardır. Bunlar, bu tür kriz ve çatışma koşullarında daha da görünür olmayı başarırlar. Kendisini “sınıf savaşına” adamış bir örgütsel gelenekten gelen bizim gibi insanlar, Stalinist kültürün bu tipik karakterlerine hiç de yabancı değiliz. Hangi dil içinden konuşurlarsa konuşsunlar, nerede görsek tanırız onları. Bunlar “örgüt ve dava uğruna” konuşurlar hep. “Kol kırılır yen içinde”cidirler… Her türlü açık tartışma ve eleştiriyi de “düşmana hizmet ettiği için!” derin bir sorumlulukla susturmakla yükümlü sayarlar kendilerini.
Yeni Türkiye’nin “makbul siyasetçisi” bu profil olacaksa, yandık demektir…
Tartışmanın bir boyutu da budur. Bilmem anlatabildim mi?
Yorum Yap