ALPER GÖRMÜŞ’ÜN “TURNUSOL SORUSU” ÜZERİNE

  • 12.05.2013 00:00

 Politik süreçler çok dinamik; her değişim yeni değişimleri çağırıyor ve yeni değişimler yeni taraflaşmalara yol açıyor. Demokratların da kendi yollarında yürürken, farklı algılara, önceliklere yönelmesi çok anlaşılır bir durum. İnsanı tarif et deseniz, ben "çeşitliliktir" derim.

 Taraf son seçimlerden sonra izlediği yayın siyaseti açısından farklılıklara sahne oldu. Ahmet Altan'ın temsil ettiği anlayış hükümetin çok sert biçimde karşıya alınmasını öngörüyordu. “Otoriterleşme”ye odaklı bir algı işlemeye başlamıştı. Özellikle Erdoğan’la cepheden çatışan, kişisel tahriklerden kaçınmayan, giderek ajit-prop motiflere yönelen bir dil ağır basmaya başladı. Erdoğan’ın, temel meselesi demokrasi olan zihinleri aşırı kışkırtan söylemleri, kuşkusuz çok uygun bir vasat yaratıyordu.  Kaygılar haklıydı. Fakat doz, orantılı mıydı? Gerçekten “sivil bir darbe”yle mi karşı karşıyaydık? Üzerimize “ikinci Kemalizm”in çullandığı algısında yadırgatıcı bir abartı yok muydu?

 Toplumun dikkatinin demokratikleşme sorununa çekilmesinde en elverişli üslubun bu olduğu mu düşünülüyordu? Bundan emin değilim. Zira, Erdoğan’a odaklı cepheden saldırı dilinin, AKP’ye, en bonkör zamanlarında bile kredi açmakta tereddütlü davranmış laikleri ve 7 Şubat darbesiyle  Erdoğan’a meydan okuyan çevreyi tatmin ettiği açıktı; fakat asıl ulaşması gereken kesimlerde - muhafazakarlarda, hükümet tabanında-  nasıl  yankı bulduğu, çok ciddiye alınması gereken bir soruydu. Açıkça laik hassasiyetler dünyasının içine dönen bir yön sapması yaşıyorduk. Çoğunluğu terk etmiştik ve bu uzaklaşmayı önemsemiyorduk.

Özetle ben; o dönemde, muhafazakâr kesimleri “otoriterleşmeye” karşı uyarmaktan daha çok, Erdoğan’ın kişisel gücünü aşındırmaya abanan bir eksen kaymasına uğradığımızı düşünüyorum.

Taraf okurları, benim burada “eksen kayması” olarak nitelediğim bu sürecin yol açtığı tartışmaları hatırlayacaklardır. Alper Görmüş, Yıldıray Oğur, Melih Altınok, Serdar Kaya ve benim, özellikle Kürt sorunun çözümüne ilişkin tartışmada “Bu iş Erdoğan’la olmaz” a vurgu yapan muhalif çizgiyi aşırı bulduğumuzu yazmamızla görünür duruma gelen (Ahmet Altan’ın deyimiyle)” Taraf’taki kavga”, sanırım bu günlerin habercisiymiş. Geldiğimiz yeri daha açık anlamak isteyen okurlara,  Görmüş’ün “eleştirel gazetecilik-muhalif gazetecilik” ayrımı üzerine yazdıklarına, dönüp yeniden göz atmalarını öneririm. Ahmet Altan ve Yasemin Çongar’ın da hedef alındığı Şemdin Sakık üzerinden yürütülen kirli operasyon, Alper’in (bence çok yararlı ufuklar açtığı) bu tartışmayı açık yürütmekten vaz geçmesine, düşüncelerini muhataplarına yüz yüze anlatmayı seçmesine yol açmıştı.  Alper’in onu izleyen herkeste saygı yaratan ahlakı, başka türlüsüne izin vermemişti.

Benim burada bu “kısa tarihi” hatırlatmamın tek nedeni bu günkü tartışmaların köklerine ilişkin tespitlerimi paylaşmak değil. Bunun yanında dikkate sunmak istediğim husus şu: Bu gün gazeteden ayrılan yazarlar, o günlerde gazeteden ayrılmayı hiç düşünmediler.  Editoryal çizgiye itirazları olmadığından ya da Ahmet Altan gibi belirleyici bir kalemin bütün ağırlığıyla yüklendiği muhalif dilin doğruluğuna inandıklarından değil; aradaki farkı doğal ve tolore edilebilir buldukları için hiç akıllarına gelmedi bu.

Öyle ki, kendi açımdan söylersem; bırakın Ahmet Altan’la vurgu farklarımız nedeniyle gazeteden uzaklaşmayı, tam tersine, o ve Yasemin gazeteden ayrılmaya karar verdikleri için yazmayı bırakmayı düşündüm ben. Üç gün boyunca kafamda evirip çevirdikten sonra devam etmenin daha doğru olacağı sonucuna vardım.  Bu günü tartışırken, bunların bir tarafa kaydedilmesini çok önemsiyorum.       

  Barış süreci başladığında ise hepimizin bildiği gibi Ahmet Altan gazeteyi terk etmişti. Kalan ve yerine gelen kadronun bu dönem izlediği editoryal çizginin, "hükümetin otoriterleşmesi gözden kaçırılıyor, demokrasi mücadelesi ihmal ediliyor" diye düşünen kadroyu pek memnun etmediği meçhul değil. Nitekim- sanıyorum- patronun isteğiyle gazeteye dönen Neşe Hanım'ın röportajlarında bunu hissetmek için aşırı bir dikkate gerek yok.

Bildiklerimi paylaşmayı sorumluluğum sayıyorum.

Süreç şöyle gelişti:  Önce Neşe Düzel'e yayın kurulunda görev verildi. Ardından adının künyede nereye yazılacağına kadar karışıldı. Sonra yazılı sözleşme hükmüne rağmen Oral Çalışlar'a -bırakın onayını almayı- bilgi dahi verilmeden Kurtuluş Tayiz görevden alındı. Bu tasarrufun haksız ve editoryal bağımsızlığı yok sayan bir tutum olduğu, geri alınması gerektiği yönündeki ” yazarlar mektubunun” gönderildiği gün ise, yine hiç bir gerekçe olmaksızın bu kez de Markar görevinden uzaklaştırıldı. Oral Çalışlar’la yolları ayırmanın, yönetimi budamanın daha kaba bir yöntemi bulunabilir miydi bilmiyorum…

Özel bir bilgiye sahip değilim. Bildiklerim hepimizin gözleri önünde olanlardan ibaret. Fakat kabul edelim ki bu gazeteye "memnuniyetsiz" bir el değmiş. Çıplak gözle gördüklerimizin başka bir anlamı yok. Bu gazeteden Oral Çalışlar başta olmak üzere bu gün ayrılan tüm yazarlar aklıselim, demokrasiye inanmış, sorunları karşılıklı ikna yoluyla çözmeyi esas alan insanlar. Fakat patronun tutumu bu değil.  Özel bir bilgim ve belgem olmadığı için bunu "neden" yaptığını bilemem; ama "ne" yaptığını görebiliyorum...

Alper’in “turnusol sorusu”na cevap vereyim.

Bana "akıl dışı" gelen yazılar yazan yazarların gazetedeki varlıklarına benim hiç bir itirazım olamaz. Daha önemlisi; anlattığım kaba müdahale çizgisiyle değil, başka yollarla -diyelim ki yönetim kadrosu ikna edilerek ya da Oral Çalışlar’ın kişisel nedenlerle görevinden ayrılmasıyla- aklıma pek yatmayan bir yayın politikasına yönelmiş bir Taraf'ta da yazmaya devam ederdim.  Fakat yapılan bunu çok aşan bir müdahaledir. Kalmak öncelikle; gidenlere yapılan aşırı haksızlığa ortak olmak anlamına gelecekti.

Evet, gazetenin Ahmet Altan sonrası oluşturduğu editoryal çizgiyi benimsiyorum.

Evet, bu çizginin şimdi değiştirilmek istendiğini de görüyorum.

Evet, Yıldıray Oğur’un veda yazısındaki analiz çerçevesini de paylaşıyorum.

Fakat hayır, gazeteden bu nedenle ayrılmıyorum. Yöntem bu olmasaydı kimsenin de ayrılacağını sanmıyorum.

Kalırdık ve fikirlerimizi Ahmet Altan döneminde nasıl açıkça yazmışsak yine yazmaya devam ederdik.

Ya beraber yürürdük. Ya da inceldiği yerden kopardı.

Özetle:

 Taraf’tan “ayrılanlar” bizler değiliz. Taraf’tan ayrılan patronun kendisidir.

 “Postacı” filminde âşık gencin Neruda’ya seslendiği o ünlü replikle, ben de Murathan Mungan’a diyorum ki; “Şiir yazana değil, ona ihtiyacı olana aittir yoldaş”

  “Kimdi kimdi kalan /Giden mi suçludur her zaman? /Ne zaman başlar ayrılıklar /Dostluklar biter ne zaman…  Kimdi giden kimdi kalan /Aslında giden değil Kalandır terk eden/ Giden de bu yüzden gitmiştir zaten”

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums