- 17.04.2013 00:00
Laik kesimlerin ruh hâliyle ulusalcı aktivizm arasında kaçınılmazlık bağı kurmanın, gerçeği kabalaştıran “aşırı” bir tesbit olduğunu yazmıştım. Buradan devam edeyim.
Önce, aklını da kalemini de çok sevdiğim Markar’ın, yazısında dokunduğu noktadan ilhamla şu küçük düzeltmeyi yapmak isterim: Ben, ulusalcılığın, laik asabiyenin kaçınılmaz sonucu olduğu varsayımının sorunlu olduğunu ileri sürerken, CHP’de ulusalcı hegemonyaya doğru bir kırılma ihtimalinin zayıf olduğunu savunuyor değilim. Tam tersine bunun ciddi bir risk oluşturduğunu kabul ediyorum ve tam da bu nedenle “kaçınılmazlık” teorizasyonunu sakıncalı buluyorum. Çünkü, niyet böyle olmasa da“kadere boyun eğmeye” çağırıyor bizi. Diğer seçenekler için çaba sarf etmeyi beyhude ilan eden bir ruhu var.
Demokrat aydınları “hain” kabul eden, AKP alerjisiyle yüklü laikler dünyasında sözümüzün dinlenirliği nedir ki diye düşünülebilinir. Bu varsayımın yanlışlığını ayrıca tartışmak gerekir. Fakat daha önemlisi gerçekliğin doğru kavranmasına ilişkin sorumluluğumuzdur. “Kaçınılmazlık” teorisi sadece reel politik olarak tehlikeli olmakla kalmıyor, aynı zamanda laik kesimin farklı tonlarını önemsizleştirerek kanımca gerçekliği ıskalıyor.
Bu önemsizleştirmenin altında şöyle bir akıl yürütmenin (sezgi de diyebiliriz) yattığını sanıyorum: Aralarındaki kırılma ve farklılıklar ne olursa olsun (demokratlar dışındaki) laik kesimleri birleştiren çok güçlü bir islamofobi tutkalı var. Hiçbir ayrışma motifi bu islamofobik yapıştırıcıyı aşamaz. Ulusalcılık ise, en sert ve radikal tonu olarak bu islamofobiyi rakipsiz temsil ve tatmin yeteneğine sahip. Dolayısıyla laik kesim içindeki tüm ikincil çelişkileri, kararsızlıkları bastıracak ve bu enerjisiyle laik dünyayı kendi etrafında toplamayı başaracaktır.
Evet, bu çözümlemenin güçlü bir inandırıcılığı var. Gerçekten kaybetmenin korku ve nefretiyle yüklü insanların en radikal muhalefetin arkasından sürüklenmeye eğilimli olduğunu düşünebiliriz. Ilımlı sesler için, nefretin kısmen aşıldığı bir sağduyu ortamına ihtiyaç olduğunu kabul edebiliriz.
Değişimin etkileri
Fakat tam da bu noktada ben değişimin toplumda yarattığı sert kutuplaşmanın zirve noktasını yaşayıp aştığını, kısmen inişe geçtiğini düşünüyorum. Laik kesimde “duygu dağılımı” eşit ve homojen değil kanısındayım. Bunun nedenleri ayrı bir tartışma konusu. Ampirik sonuçları sanırım bizi daha çok ilgilendiriyor.Bazı varsayımlar öneriyorum. Örneğin, laikler arasında (son ferdine kadar) bir soruşturma yapılsa; kamuda başörtüsü serbest olsun mu sorusuna bundan diyelim dört-beş yıl önce verilecek cevapların oranıyla bugün verilecek cevapların oranı aynı mı çıkar sizce? Ya da bir askerî darbeyi (laf olsun diye değil) içtenlikle gayrımeşru görenlerde bir artış olmamış mıdır? Üniversitelerde başörtüsünün serbest kalmasına ilişkin “duygu dağılımı” geçmişe göre değişiklik göstermemiş midir? İkna odalarına aynı kararlılıkla sahip çıkacak kesimin oranı nedir bu gün? Tamam; bunlar varsayım, dolayısıyla spekülatif.
Fakat daha elle tutulur veriler var. CHP seçmenleri üzerinde yapılan “çözüm süreci” konusundaki araştırmanın altını bir kez daha çizmek herhalde anlamsız bir tekrar olmaz.
Medyayı da bu gözle yeniden değerlendirmekte yarar var. Tüketicisini ağırlıklı olarak laik kesimin oluşturduğu yazılı basını isim isim taradığımızda belirgin bir ayrışma olduğunu görüyoruz. Bir yandaSözcü, Aydınlık,Yeni Çağ gibi ağır bir düşmanlık dili üzerinden yürüyen yayıncılık var. Öte tarafta, bunları okuyanların “satılmış” ilan ettiği Milliyet, Habertürk,Vatan,Radikal,Akşam ve hattaHürriyet duruyor.Sabah ’a da laiklerin tamamen kapalı olduklarını söyleyemeyiz. Medyadaki bu dağılımın farklı laik profillerini işaret ettiğini söylemek çok mu sübjektif olur?
O hâlde; Kürtlerle Türklerin eşitliğini kabul ettiremezsiniz diye bağıran mebusla, Silivri’yi İP’lilerle kol kola basan ulusalcıların bu geniş dağılımı yönetmeye tek aday odak olduğunu düşünmek çok erken bir kanaat olmaz mı?
Mümkün ama kaçınılmaz değil
Tekrar özetlersem: Bir eşik aşıldı ve laik kesim bütün anti-AKP tutkalına rağmen göreli olarak dağınıklık ve karasızlıklar yaşıyor. Özellikle çözüm süreciyle birlikte bu taban ulusalcıların altından kayıyor. Hürriyet ’teki röportajından anlıyoruz ki, şimdi derin güçler yeniden Baykal’ı sahneye sürmeye karar vermişler. Siyasi katlarda kavga sürüyor, ancak tabana benzer berraklıkla yansımıyor.
Ulusalcılar kazanabilirler mi? Evet, bu mümkün olabilir.
Fakat bilelim ki olursa eğer, bu sonuç, laik kesimin ruh hâlinin kaçınılmaz yansıması olarak değil,ne yaptığını iyi bilen, elbette tarihten de güç alan bir azınlığın politik başarısı olarak elde edilecektir.
Türkiye ulusalcıların elinde kalmış bir CHP’yi aşıp yoluna devam eder mi?
Evet, hiç kuşkum yok eder.
ozaltinli@gmail.co
Yorum Yap