- 5.02.2017 00:00
Aydınlarımız, “hayır” çıkınca, önce muhalefetin, referandumun “şaibeli” iddiasına tutundular. Yazılarında bunu “çok emin” dile getirirken, ilerleyen süreçte vazgeçtiler.
CHP'nin, rutin tutumu olduğunu hatırlamış da olabilirler.
Arkasından, yazılarında çaresizlik, umutsuz ve yılgınlık ifadeleri başladı.
“Kusura bakma amamuhalefetçiğim, başımıza ne geliyorsa senin beceriksizliğinden!..” özetinde yazılar, köşelerde yer tuttu.
Olsun; eleştiriye başlamışlardı ya, bu çok önemliydi. Tabii, eleştirilerde, muhalefete“Siz de iktidardan az değilsiniz” derken, bilinçaltı da ortaya dökülüyordu.
Tuhaf bir biçimde, vazgeçilemeyen, eleştirirken bile sırtı sıvazlanan eski Türkiye'nin aktörlerine duyulan zaaf gözden kaçmıyor.
Aydınların, “Erdoğan'ın işine yarar” korkusundan, dil ucuyla eleştirdikleri muhalefeti eğer iktidarın yarısı kadar eleştirselerdi, ülkeye katkıları çok büyük olabilirdi.
Fakat onlar, “hiçbir şey yapmayanı” görmeyip, 80 yılda yapılamayanı son 15 yılın sırtına yükleyerek tüm negatif enerjilerini, kin ve nefretlerini kusacak bir obje yarattılar.
Önce; sübjektif okumalarını kendileri de gerçek kabul ederek bunun üzerine “mantık” kurdular. “Tek Adam, otoriter Erdoğan rejimi... vs.” Böyle bir şeyi zemin kabul edersen, yaz yaz üstüne bitmez.
İyi de, nereye kadar? Belki bu da benim sübjektif okumam olabilir amabundan vaz geçeceklerini koklamaya başladım.
Bu önemli; çünkü sürekli kendini tekrar eden eleştiri ve komşu çekiştirir gibi yaklaşımı yerine daha yapıcı ve önerili bir tarza ihtiyacımız var.
Her şeye burun kıvırmanın maliyeti, hiçbir şey üretmeyeni nicelik olarak büyütmese bile, kuru gürültü, gerginlik, enerji ve zaman kaybı olmuyor mu?
Hâla lafta demokrasi, laiklik, hukuk devleti gibi sözlerisadece “söyleyerek”, muhafazakârlara karşı yerleşmiş olanön yargıları daha da besleyip, toplumu kutuplaştırmayı çok iyi beceriyorlar.
İlginç olan başka bir durum da; AK Parti'nin, haziran seçimleri hariç sürekli yükselen grafiğini bile eleştirirken, bu sonuca varan nedeni önemsemeyip, sonuçtan nefret etmeleri.
“Üfff yine o kazandı!” diye arkadaşının başarısını çekemeyen, kıskanç ve şımarık çocuk gibiler.
Fakat yine de, bir dönüş başladığını, takip ettiğim iki akademisyenden örnekler vereceğim.
Geçen hafta aktardığım Murat Belge'nin “…AKP'ye ve onun önderine "karşı" olmak kolay. "Karşı olmak" kolay da "ne için?"ifadesi, bu dönüşün bir başlangıcıydı benim için. (Dönüşten kastım, klişeden sıyrılıp daha gerçekçi ve yapıcı eleştirel bakış)
Nuray Mert'ten geçen hafta alıntıladığım bölümler gibi, son yazılarında da bu “dönüş”ü görebiliyorum. Evet, hâla AK Parti'ye karşı, sert ve abartılı dili korusa da, zamanla yerini, muhalefete, “kusura bakma ama”dediği gibi, daha yumuşak ve yapıcı eleştiriye döneceği kanısındayım.
“Bu iktidar ve zihniyetinin yerini, başka türden antidemokratik anlayışlar alacaksa, neyin kavgasını yapıyoruz? Demokrasi yoksunluğundan şikâyet edenin, güçlü bir demokrasi, hak, hukuk ufku olması gerekir. Yoksa siyaset güç yarışına döner, güçlü olan diğerini yener, konu kapanır, Türkiye'de olan budur” diyor Mert ve ekliyor:
“Vatan Partisi, ideolojisi, Genel Başkanı Doğu Perinçek nasıl bir gelecek vaat edebilir Türkiye'ye Allah aşkına? Benzer bir şeyi Saadet Partisi ve diğer dar ufuklu siyaset çevreleri için de söyleyebiliriz. AK Parti ve zihniyeti, dar görüşlülüğe hapsolduğu, demokrasi meselesini dert etmemeye başladığı, milliyetçiliğe demir attığı için bu noktaya geldik. Benzer bir çerçeveden çıkış yapmak mümkün mü? Bu nasıl bir akıl veya akılsızlıktır?
Baskı, zulüm bir yere kadar işler, asıl zaaf güçlü bir karşı siyasi ufkun, daha doğrusu sadece bir değil, birbirinden farklı ve güçlü alternatif Türkiye muhayyilelerinin olmayışı. Oysa, demokrasi bu yarış içinden çıkar. Bu ülkede böyle bir yarış yok, kimse kusura bakmasın, Kürt siyaseti de çoktan bu yarıştan çekildi, Kürtlerin sadece hak ve özgürlükleri değil, izzetini Türkiye'nin demokratikleşmesi çerçevesinde temsil eden bir siyaset ufkundan çok uzağa düştü.”
Darbe ve terör koşullarınınAB ülkelerinde dahi belirleyici olduğunu bilmemeleri imkânsız. Dolayısıyla, bekârın boşanmayı hafife alması gibi davranmak kolaycılığı, onları daha “aydın” yapmıyor.
Kaldı ki Erdoğan, AB perspektifini güncelleyerek, teorik siyaset hocalarını ters köşe yaptı pratik siyasetin ehli olarak.
Aydın rotasını belirlerken, rahmetli Erbakan'ın dediği gibi “kadayıfın altına da bakmalı!”
Yorum Yap