- 14.07.2014 00:00
Bugün Ankara Cumhuriyet Savcılığı’nın Gülen Cemaati ile ilgili olarak 30 ilin emniyet müdürlüklerine yolladığı gizli soruşturma talimatını yazacaktım; ama mecburen yarına kaldı...
Çünkü başka bir vahim gelişme öne geçti.
Bugünkü gazeteler, yurtdışındaki Gülen okulları için hükümetin üzerinde çalıştığı iki formülden söz ediyor.
Aslında ikisi de aynı kapıya çıkan iki formül.
Habere bakarsanız, Gülen Cemaati’nin okullarının bulunduğu ülkelerden hükümete “Bu okulları MEB’e bağlayın” diye o kadar çok ısrar gelmiş ki, hükümet de haliyle dayanamamış ve iki formül üzerinde çalışmaya başlamış.
Birincisi, bu okullara büyükelçiliklere bağlama yoluyla el konması; ikincisi de “vakıf okulu” statüsüne dönüştürerek el konması.
Her iki formül de, artık en sert komünist rejimlerin bile başvurmadığı cebren devletleştirme modeline çıkıyor. Ama iyi pazarlanmış doğrusu, Robert Kolej formülü filan diye…
Onların gurur kaynağıydı
Sabah haberi okuduğumda, ilk aklıma gelen yıllardır o okulları ayakta tutmak için mali katkı yapan işadamları oldu. On yıllardır gözleri gibi baktıkları, büyüttükleri ve hayatlarının en büyük gurur kaynağı olan o okulların bir kararla ellerinden alınacağını okuduklarında neler hissettiler acaba? Ya, o okullarda öğretmenlik yapmak için yerini yurdunu, ailesini-nişanlısını bırakıp dünyanın öbür ucuna koşan, en ağır mahrumiyet koşullarında boğaz tokluğuna çalışan genç öğretmenler?
Evet, bir misyonları vardı. Sadece eğitim yapmıyor, aynı zamanda kendi inançları doğrultusunda “altın bir nesil” yetiştirmeye çalışıyorlardı. Bu misyona katılırsınız, katılmazsınız; zararlı ya da yararlı bulursunuz (ki, Ecevit’ten Demirel’e, Gül’den Erdoğan’a kadar neredeyse bütün siyasi liderlerin öve öve bitiremediği bir misyondu bu). Ama bir gün bu misyonun başını çeken hareketle ters düştünüz diye yüz binlerce insanın tuğla üstüne tuğla koyarak yarattığı yapıya buldozerle saldıramazsınız.
Hani hukuk içinde kalacaktınız?
Ben 17 Aralık’tan beri devlet içindeki otonom yapıyla hukuk içinde hesaplaşılması gerektiğini yazıp duruyorum. Hükümet de şimdiye kadar devlet içine sızmış ve hükümeti devirmeyi hedeflemiş illegal yapıyla mücadele ederken “hukuk içinde” kalacağını tekrarlayıp durdu.
Peki hukuk içinde kalmak ne anlama gelir?
Hukuk içinde kalmak, o okullarda yasalara aykırı birtakım faaliyetler varsa, suç işleniyorsa, söz konusu okullar paravan olarak kullanılıp o ülkelerde birtakım illegal faaliyetler yürütülüyorsa, bu faaliyetleri tespit etmek, suçu ortaya çıkarmak ve suçluların yakasına yapışmaktır; okullara el koymak değil.
Ama hükümetin mantığı böyle çalışmıyor. O, kestirmeden gidiyor. Dershaneleri de, okulları da“bataklık” olarak görüyor. Ve “sivrisinekleri” öldürmek için “bataklığı kurutmayı” hedefliyor.
Otonom yapıyı ortadan kaldırmak için cemaati kurut! Dershanelerini kapat; vakıf üniversitelerinin mütevelli heyetlerinin YÖK tarafından belirleyerek kontrole al; yurtdışındaki okullarını Milli Eğitim Bakanlığı’na bağla! Bir sivil toplum hareketinin 40 yılda yarattığı bütün eğitim kurumlarını tarumar et ki, içindeki muhtemel suçlular da etkisiz hale gelsin.
Böyle şey olmaz. Devlet içindeki gizli yapıyla böyle hesaplaşılmaz. Bu yapılan, otonom yapının değil, doğrudan doğruya 40 yıllık bir sivil toplum hareketinin yok edilişidir.
“Ben yaptım oldu” diyebilirsiniz elbette. Ama olmaz.
Haksızlıkların, hele hele böyle yaygın haksızlıkların “oldu” gibi gelse de aslında olmadığını; hiçbir zaman unutulmadığını; mutlaka bir yerlerde biriktiğini, zaman geçtikçe mayalanıp kabardığını ve bir gün mutlaka en umulmadık bir biçimde patlak verdiğini en iyi bugün bu okullara el koyma kararı alanlar bilir.
Yorum Yap