- 30.05.2013 00:00
Şu anda tartışılmakta olan içki kısıtlamaları konusunda yazdığım iki yazıda (İçki ve anayasa-4 Mayıs, İçkiyi kamusal alandan sürmek-17 Mayıs) meramımı anlattığımı düşündüğüm için bu konuya tekrar girmek istemiyorum.
Ne var ki, gerek basında çıkan bazı yorumlar, gerekse Başbakan'ın grup konuşmasında kullandığı bazı ifadelerle, tartışma farklı bir boyut kazanmış durumda.
Mesela Başbakan'ın şu cümlesi:
"İki tane ayyaşın yaptığı yasa sizin için muteber oluyor da; inancın emrettiği gerçek, niçin reddedilmesi gereken bir olay haline geliyor?"
Oldukça sert bir üslupla söylenmiş olsa da özünde bir sitem cümlesi...
Başbakan'ın bu cümlesine sinen sitemini şöyle açabiliriz:
Erdoğan, içki kısıtlamalarına sırf din kaynaklı görüldüğü için karşı çıkıldığını; zaten bir kesimin din kaynaklı görülen her şeye karşı çıkmak gibi bir refleksi olduğunu söylüyor; kökeninde dini referanslar yatan her düzenlemeyi, her uygulamayı baştan kötü, yanlış ve kabul edilemez saymak şeklindeki ön yargıyı hedef alıyor.
Bütün eleştiriler aynı kefeye...
Bu sitem belli ölçülerde doğru. Zira Türkiye'de oldukça geniş bir kesim laiklikten dini toplumsal yaşamın dışına sürgün edilmesini anlıyor. Oysa dinler, kurallarıyla, ritüelleriyle, sembolleriyle, yarattıkları aidiyet duygusuyla, dayanışmayla, kültürle toplumsal hayatın ayrılmaz bir parçasıdır. Dolayısıyla, din toplumun içindeyse, siyaset de toplum için yapılıyorsa, din elbette siyasetin içinde demektir.
Kaldı ki, bu meseleler üzerinde biraz düşünmüş olan herkes, bugün laik toplumlarda da geçerli olan yasaların, ahlak kurallarının, hakim kültürün, gelenek ve göreneklerin kökeninde dini referansların ağırlıklı biçimde var olduğunu; bu anlamda dini hukuktan, kültürden ya da siyasetten tümüyle dışlamanın mümkün olmadığını bilir.
Ne var ki Erdoğan, son kısıtlamalara karşı yapılan itirazların hepsini aynı kefeye koyarak (hepsini aynı kaba laikçi bakışın ürünü gibi sunarak) bir vuruşta hepsini savuşturmaya çalışıyor ki bu doğru değil.
Kendi payıma ben, herhangi bir yasayı bir ayyaşın mı, yoksa ağzı karanfil kokan birinin mi yaptığına hiç aldırmam. Sadece önümdeki yasanın ne getirdiğine, ne götürdüğüne bakarım.
Bir liberal için, getirilen herhangi bir düzenlemenin dini saikle mi yoksa başka saiklerle mi getirildiğinin önemi yoktur.
O, dini duyarlılıklara da tıpkı milli duyarlılıklar, kadın duyarlılıkları ya da çevre duyarlılıkları gibi bakar. Nasıl din dışı duyarlılıklar çeşitli taleplere dönüşüp siyasetin konusu oluyorsa, dini duyarlılıklardan kaynaklanan çeşitli taleplerin de siyasetin konusu olabileceğini bilir.
O yüzden de siyasetçi dindar kitleden gelen bir talebe cevap verdiği zaman şeriat geliyor diye hop oturup hop kalkmaz, konuyu tekil bir biçimde ele alıp, somut olarak o talebin anlamına, toplumun diğer kesimlerinin hak ve özgürlükleriyle çelişip çelişmediğine bakar.
"Nasıl bir nesil?"
Böyle baktığımda, ben son çıkan yasanın laikliğe aykırı olduğunu düşünmüyorum elbette. Getirilen kısıtlamaları içkinin yasaklanması olarak görmesem de, bazı noktalarda özgürlüklerin gereksiz kısıtlanması olarak değerlendiriyorum.
Ama bu yasa, AK Parti iktidarının bütün o "dindar bir nesil yetiştirmek" söylemiyle birleşince; mesele "kafası kıyak gençlik mi, yoksa Fatih'in gençliği mi" şeklinde ortaya konulunca, getirilen kısıtlamaların vahametini aşan vahimlikte bir tablo çıkıyor ortaya: Kendi "iyi"sini bütün topluma dayatan bir iktidar tablosuyla karşı karşıya geliyor ve irkiliyoruz.
Başımıza ne geldiyse, birilerinin kalkıp şöyle ya da böyle nesiller yetiştirmeye kalkışmasından geldiğini anlamak için daha ne kadar deney yaşamamız gerek, doğrusu bilmiyorum.
Yorum Yap