- 30.11.2018 00:00
Hükümet tarafından alınan bir kararla Tunus’ta miras paylaşımında kadınlar ve erkekler arasında eşitlik ilan edildi.
Miras taksiminde kadın ve erkeğin eşit kabul edilmesi Kur’an’ın emirlerine şeklen aykırı bir durum. Nisa suresinde şöyle deniliyor:
“Allah size, çocuklarınız hakkında erkeğe, iki kadın payı kadar vermenizi emreder.”
Kanunun kaynağı aslında seküler düşünceyi temsil eden Cumhurbaşkanı Es-Sibsi. Es-Sibsi hukukun artık vatandaşlık üzerine inşa edilmesi gerektiğini söyleyerek (yani ümmet merkezli değil) teklifi savunuyor.
Ancak kararın yasalaşması için çoğunluğunu İslami En-Nahda’nın oluşturduğu mecliste onaylanması gerekiyor.
Ilımlı dini hareketlerinden biri olarak görülen En-Nahda ise bu tasarıyı İslam hukukuna aykırı bulduğu için desteklemediğini daha önce duyurmuştu. En-Nahda’nın tasarıya mecliste nasıl tepki vereceğini henüz bilmiyoruz.
Çağdaş dönemde İslami düşünceyi temsil eden hareketlerin kadın konusunda yerleşik eşitlikçi düşünceyi ret etmelerinin birincil kaynağı, Tunus örneğinde de olduğu üzere, İslam hukukun farklı hükümleri.
Buradaki temel sorunsal Kur’an başta olmak üzere temel dini metinlerde şahitlik, miras ve hatta “kadının terbiye edilmesi” gibi konularda erkek-birincil olarak yorumlanabilecek yaklaşımdır.
Örneğin, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın çevirisi ile bir ayet okuyalım:
“Başkaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve onları dövün.”
Şüphesiz pek çok İslami bilimler uzmanı da bu tip hükümlerin belirli şartları temsil eden özel düzenlemeler olduğunu o nedenle İslam’ın bu şekilde yorumlanmasının genel bir ilke olarak görülmeyeceğini söylemektedir.
Öte yandan ilk okuyuşta tuhaf görünecek benzer düzenlemeler modern toplumlarda da vardır.
Örneğin omuzları açık elbise giyen kadınlar ABD Kongre binasına giremezler. 15 Temmuz 2017 tarihli bir CNN haberinde omuzları açık giyinme hakkı için Kongre’deki otuz kadar kadın üyenin mücadele etmek için karar aldıklarını okuyoruz.
Yine, 1972 yılında verilen bir hüküm gereği mesela Massachusetts eyaletinde posta yolu ile doğum kontrolünü savunan yayımlar dağıtmak kanunen suçtur.
Bugünkü mantığımıza göre tuhaf görünen kurallarla her ülkede karşılaşmak mümkündür.
Dolayısıyla bugünkü anlayışımıza aykırı olarak gördüğümüz bir ayet yahut hadise bakarak İslami bakış açısını yargılamak doğru olmaz.
Peki, sorun nerede?
Sorunun birinci kaynağı şudur: İslam düşüncesi uzun bir dönem erkekler tarafından yorumlanmıştır. Benzer durum çeşitli konularda Batı için de geçerlidir.
Ancak Batı’da bir zaman sonra bazı algıların erkek ve kadın eşitliğini kabul eden bakışla yeniden yorumu yapılmıştır.
Kadın ve erkek arasında eşitliği benimseyen bir bakış ile İslami gelenek yeniden gözden geçirilmemiştir. Dolayısı ile belirli ayetlerin ve hadislerin anlamının ötesinde ana akım İslami gelenek erkek merkezli olarak kalmıştır.
İkinci sorun ise kadın bedeni ve cinselliktir. Modern İslami hareketin kadın bedeni ve dolayısı ile seks hakkındaki düşüncesi inkâra dayanır.
Klasik İslam toplumları cinselliği doğal bir durum olarak görmüş ve bugünkü Müslümanların kabullenmekte zorlanacağı biçimde cinsellikle rahat ve renkli bir ilişki içinde olmuşlardır.
İslami geleneğin temel kabul ettiği Buhari, Taberi gibi yazarların eserlerine bakınınca klasik dönemde cinselliğin hayatın her yerinde, sıradan ve ondan utanılmayacak bir şey olduğunu görmek mümkündür.
Mesela, bugün ismi dini saygıyla anılan klasik dönemin pek çok önemli kişisinin hayatlarını cinsel boyutuyla okuyacak olursak modern Müslümanların şaşıracağı tablolarla karşılaşırız. (Bu zengin literatürden örnekleri bazı okuyucularının olası tepkileri yüzünden aktarmıyorum.)
Oysa modern İslami hareket için kadın bedeni bir tabudur. Cinsellik ve erotizmi ifade edecek kelimeler de tabulaşmıştır.
Garip biçimde modern İslami akımlar cinselliği salt bir ihtiyaç olarak tanımlamış ve onu tabulaştırarak yokmuş gibi davranmaktadır.
Hâlbuki cinsellik ve erotizm ihtiyaç olmanın dışında hayatın zenginliğini meydana getiren faktörlerdendir.
Nitekim kadının reddi çağdaş İslami hareketi özellikle sanat ve edebiyat alanında fakirleştirmiştir. Çünkü insanlar ancak bir yere kadar devrim ve din için şiir yazabilir, resim yapabilir.
İslami hareketin kadının kendi, sesi ve bedeni hakkında içinde bulunduğu kriz durumundan çıkamaması onun söylem olarak sürekli yavan ve estetik olarak fakir olarak kalmasına yol açmaktadır.
Daha kötüsü kadın konusunda yaşanan kriz İslami hareketi absürt bir noktaya savurmuştur: Cinselliğe duyulan tepkinin sonucu kadının ancak bir anne olarak ideal halde olacağı iddia edilmiştir.
İslam elbette anneliğe önem verir.
Ancak iddia edildiği gibi İslam’ın kadınların ancak bir anne oldukları zaman mükemmel olacakları gibi bir mesajı yoktur.
Kadını “anneleştirmek” tamamen sonradan icat edilmiş bir kurgudur. Ve özünde kadın bedeninin ürettiği güçlü etkiye yönelik işe yarar bir dünya görüşü önerememekten doğmuştur.
Yani, kadınları “anneleştirmek” ahlaka sarılarak yapılan popülist karşı bir saldırıdan ibarettir. Buradaki Şark kurnazlığının matematiği şudur: Kadın eksi cinsellik eşittir anne.
Hâlbuki pek çok evrensel başka düşünce geleneğinde olduğu gibi İslam’da da kadın önce kadındır.
Tanrı’nın kadın konusunda insanların dikkatini nasıl çektiğini anlamak için yine Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Kur’an mealinden Nebe suresinin üç ayetini (32-34) okuyalım:
Bahçeler, üzüm bağları
Gencecik yaşıt kızlar
İçki dolu kadehler.
Yorum Yap