En hakiki ‘biz’ ve ‘yabancılar’

  • 7.04.2012 00:00

12 Eylül bir ucundan yargılanmaya başladı... Apoletlerine ve emirlerindeki silahlı adamlara güvenerek,kahramanlık ve kurtarıcılık taslayarak becerdikleri darbeyi savunma cesareti gösteremeyen Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya biraderler mahkemeye gelmediler. Belli ki, ya yarattıkları korkunun yarattığı öfkeden çok korkuyorlar ya da –daha büyük ihtimalle– bir türlü kafaları basmıyor olup bitenlere... Kibir ve bilgiçlikle hareket edenlerin, hayatı düşünmek için yeni veriler geldiği zaman bile, kolay kolay kafalarının basması beklenemezdi zaten. Kolay değil; askerî okula başladıklarından beri adamlar kendilerini “kurtarıcı” ya da “küçük Kemaller” olarak görmeyi, hayata “ya ben ya o”“en bi doğru biz / en bi yanlış onlar” mantığından bakmayı öğrenmişler; bastıkları yer yerinden oynasa ne olur? Gene bir yolunu bulup (bulabilirlerse eğer), “kurtarıcılık” yapmaya soyunabilirler.

Bu arada Anayasa referandumunda “yetmez ama evet” tavrına (uysa da uymasa da... bağlam falan hak getire) her fırsatta çamur atma derdinde olanların gösterdikleri trajikomik performans da sürüyor... Geçen perşembe günü Yıldıray Oğur’un yazısı (“Bu ülkede her şey olabilirsiniz ama rezil olamazsınız”), ilgili mercilere bu konuda yeteri kadar “kapak oldu”. Kapağı göremeyen kibirli ve bilgiçler “yetmez ama evet” tavrına karşı hâlâ “en bi doğru biziz” minvalinde devam ediyorlar. Onların da “tevazu” denen mefhumla tanışmaları pek kolay olmayacak anlaşılan...

Ama dert değil; hayat ve toplumsal hayat “yetmez ama evet” benzeri bir mantıkla akıyor. Bir yandan zorla dayatılanlara, otoritarizme, ölümlere karşı direnerek; diğer yandan değişimin içindekiumut veren unsurlara tutunarak, daha önce hayal edilmemiş yeni umutları besleyereksürüyor.

Ve tabii ki, mesele sadece başlayan davanın Kenan ve Tahsin’i değil; 12 Eylül’ü de üretmiş olan zihniyet dünyasının kökenlerini ve her türlü tezahürünü hayatımızdan silip atmak gibi devasa bir içerik taşıyor. Yani tabii ki, bütün bunları temizlemek için bir “devrim” yapmak hiç fena olmazdı; bir kerede bütün sorunlar hallolmuş olurdu... Ama o devrim ufukta pek gözükmüyor. Artık askerlere de pek güvenilemeyeceği için (çünkü her zaman “bizim” için “devirme” garantisi vermiyorlar), en azındanepey bir zaman alacağa benziyor.

Bu yüzden, mesela, evveliyatı ve sonrasıyla 12 Eylülcü zihniyetin taşıdığı ve biz naçizane T.C. yurttaşlarının da pek içselleştirdiğimiz “biz ve onlar” mantığının sirayet ettiği alanların her birine, “biz”in kimleri yok ettiğine, mesela “azınlıklaştırılmış” insanlara nasıl “yabancı” muamelesi yaptığına bakmakta yarar var.

Mesela, geçtiğimiz günlerde yeni “Özel öğretim kurumları yönetmeliği” açıklandı. Bu yönetmeliğin özellikle “Azınlık okulları” ile ilgili olarak iyileştirmeler getirdiği söylendi. Gazetelerimiz Ermeni Patrik Vekili’nin “müteşekkir” olduğunu falan yazdılar.

Ancak teşekkür edilecek bir durum yoktu. Çünkü, medyamızda “T.C. yurttaşı olmayanlara azınlık okullarında okuma hakkı tanındığı” yolunda haberler yer alsa da, “yönetmelikten” çıkarılan “Bu okullarda yalnız kendi azınlığına mensup T.C. yurttaşlarının çocukları okuyabilir” ifadesi, ilgili“kanunda” aynen durmaya devam ediyor.

Yani “yönetmelik” metinlerinde sözkonusu okullar hâlâ “Yabancı ve azınlık okullarında görevlendirme” gibi başlıklar altında yer almaya devam ediyor. Yani hâlâ bu memleketin bir kısım yurttaşı, devlet nezdinde, sadece etnik kökenleri nedeniyle “yabancılarla” aynı statüde yer alıyor.


“Yabancı vatandaş” 
gibi akla ziyan bir tanımın kullanıldığı yargı kararlarının çıktığı ülkemizde, bugün hâlâ azınlık okullarına adeta “müstemleke müfettişi” mantığıyla, “devletin gözü kulağı” olacak bir “Türk” müdür yardımcısı atanıyor. Yani Robert College’e, Saint-Joseph’e atandığı gibi... Apoyevmatini Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mihail Vasiliadis azınlık okullarıyla ilgili basın toplantısında durumu özetledi aslında: “Dünyada ayrımın simgesi Berlin Duvarı yıkıldı ama Türkiye’de azınlıklarla ilgili ayrımın simgesi ‘Türk Müdür yardımcısı’ hâlâ duruyor.”

Bu okullara “mütekabiliyet ilkesi” uygulanıyor. Yani devletimiz kendi yurttaşına vereceği ya da vermeyeceği hakkı, başka ülkelerde “soydaşımız” Türklere ne verilip verilmediğine bakarak veriyor.Kendi yurttaşını “esir alıyor”.

Bu arada hep merak etmişimdir, mesela T.C. yurttaşı Ermeniler için nasıl bir mütekabiliyetaranıyor; Ermenistan’da “olmayan Türklere” ne hak verildiğine nasıl bakılıyor diye... Ayrıca şu“soydaş” meselesini de merak ederim hep; başka ülkelerde yaşayan Türkler soydaşımızken, mesela Kürdistan’da yaşayan Kürtler, Ermenistan’da yaşayan Ermeniler, Arap ülkelerinde yaşayan Araplar, Gürcistan’da yaşayan Gürcüler, Kafkasya’da ya da Ürdün’de yaşayan Çerkesler, Yunanistan’da yaşayan Rumlar (ve daha pek çokları) neden bizim “soydaşımız” sayılmaz diye... Yani sadece Türkler değil; bu saydıklarımın hepsinden bizim ülkemizde olduğuna göre?

Yoksa –Nazi Almanya’sının ürünü badem bıyıklıların mantığıyla–, biz, hasbelkader “Türk olarak yaratılmış olanlar”, en hakiki “biz” miyiz?


ferhatkentel@gmail.com

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Resmi İlanlar

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums