- 17.03.2012 00:00
Daha önce çeşitli yazılarda değinmiştim ama son Muş yolculuğumdan sonra bir kere daha yazma ihtiyacındayım.
“Cumhuriyetimiz”, “tarihimiz” vb. büyük meseleler etrafındaki pozisyon alışlardan bir örnek vererek derdimi anlatmaya çalışayım. Bir profesör (Celal Şengör) Muhteşem Yüzyıl dizisi vesilesiyle yazdığı yazıda Kanuni Süleyman’ın hiçbir kurumunun “insanlığa beş paralık bir faydası olmadığını” falan anlattıktan sonra şunları yazmış:
“Artık yeter! Bu ve benzeri rezillikleri yalanlarla bezeyip yücelten, buna karşılık bize bütün dünyada saygınlık kazandıran, aklımızı kullanıp onurlu insanlar olmamızı sağlayan Atatürk’ü aşağılayan âlim pozlu, ukala tavırlı zırcahilleri her gün halkın karşısına diken televizyon kanallarından ve gazetelerden gına geldi. Yükselen ahlaksızlık grafiğimiz kimin eseridir sanıyorsunuz? Cehalet tüm fenalıkların anasıdır. Biz de o anayı besleyip duruyor, onun tosuncuklarına oylar veriyoruz. Artık yeter! Memleketimde her elimi attığım yerde cehalet çirkefine bulaşmaktan bıktım.”
Şengör’ün “memleketinde her elini attığı yerde cehalet çirkefine bulaşıyor” olması önemli bir tesbit. Bulaşan şey cehalet midir, pek emin değilim ama bir şey bulaşıyor, orası kesin...
Mesela, salı günleri Meclis’teki partilerin “grup toplantıları” adı altında sahnelenen gösterileri düşünelim ilk olarak. Bu gösterilerde, fikir serdetmekten ziyade, öbür tarafı “zekice” olduğu düşünülen kelime oyunlarıyla, alkış bekleyen hamasetle, ağır polemiklerle puan kazanmaya, mat etmeye ve ne olursa olsun yenmeye çalışan itişmelere şahit oluyoruz.
“Ne olursa olsun yenme” ve ideolojilerin birbirleriyle alâkasız unsurları birleştirerek olağanüstü bir şekilde “haklı çıkma” mantığının muhteşem bir örneğini gene geçtiğimiz günlerde gencecik bir insandan dinledim. Darbelerden şikâyet eden bu genç insana göre “bütün darbeciler Ermeniymiş”!
6-7 Eylüllerin tıpkıbasımı olarak sergilenen ve Hocalı katliamını “anma” adı altında yapılan nefret gösterileri... Linç kampanyaları...
“Taşnak kırıntısı”, “Ermeni ajanı”, “Senin sonun darağacıdır”, “Benim ülkem sana dar gelir, sen Erivan’a git”, “Milli güvenlik için tehditsin” mesajlarıyla, kapısına kalın urganlar bırakılan, evinin camları kırılan, evine ateş edilen, ağza alınmayacak küfürler edilen, duvarında şişeler kırılan ve “Türk düşmanı” olarak damgalanan, kızı ve kendisi fiziksel saldırıya maruz kalan hayvan hakları savunucusu Eva Aksoy’a yapıldığı gibi...
Ve Abdurrahman Dilipak için, Baskın Oran için “sahip oldukları düşünceler nedeniyle her türlü hakarete, hatta daha fazlasına karşı hazırlıklı olmaları gerektiğini” ifade eden mahkemeler... Hapishaneler... Pozantı tecavüzleri... Roboskiler... Kadın cinayetleri... Faili meçhul cinayetler... Toprağın altından fışkıran ölü bedenler, beden artıkları...
Hatırlamamak, unutmak, unutturmak için dümdüz edilmiş Ermeni tarihi, varlıkları, evleri... Beleş define bulmak için delik deşik edilen Hrant’ın baba evi... Dümdüz edilmiş Rum, Kürt, Çerkes kültürleri, dilleri, isimleri...
Ve bugün Muş, kalkınma/ gelişme endekslerine göre Türkiye’nin en “geri kalmış” şehirlerinden biri... Ama sadece Muş’ta değil; bir zamanlar Anadolu’da yaşayan kültürleri, varolan zenginlikleri yok eden bir “ulus”un içinde oturuyoruz... Ve, ne Muş, ne de vatan iflah oluyor...
Ve “yoktan varedilen bir vatan”da oturduğumuzu tekrar edip duruyoruz... Evet, ama ufak bir farkla: vardı, yok ettik; ve şimdi içinde bir türlü oturamıyoruz...
Çünkü “süreksizlik” ve “eksiklik” içinde oturuyoruz. Kaybolan eskimizi, parçalarımızı arıyoruz ve bulamıyoruz. Bu yüzden partilerin salı toplantılarındaki asabi ve hamasi nutuklar değişmiyor. Bu yüzden solcusu, her geçen nesilde ağabeylerinin yaptıklarını –hiçbir ders çıkarmadan– yeniden kuruyor, yani “yapamamaya” devam ediyor. Milliyetçisi, ülkücüsü her fırsatta sağda solda öldürülecek düşman arıyor. Dindarı, muhafazakârı kutsal devlet tapınmasından kurtulamıyor.
Şimdi, Şengör bir kere daha düşünsün bakalım, “elini attığı her yerde çirkefe bulaşması”nın sebepleri nedir? Ya da bulaştığı şey –mesela bizzat içine düştüğü dil– nasıl bir çirkeftir?
Her nesil daha öncekilerden hiçbir ders çıkarmadan “düşmanlığı” tekrar ediyor. Çünkü hiçbirinin içinde oturacağı bir süreklilik hikâyesi yok. Eski yok; devamlılık yok...
Süleyman’ın zamanını bilmem ama bir zamanlar Anadolu’da başka bir dünya vardı ve ne on yılda ne de 90 küsur yılda, yok edilenin üzerinde açık alınla falan çıkamadık. Sadece, yok etmek için verilen her savaş içimizde iflah olmaz, lanetli yaralar bıraktı...
Yorum Yap