- 5.11.2011 00:00
Daha önce Kimlik yanılsaması (L’illusion identitaire) adlı kitabı Türkçede de yayımlanan Jean-François Bayart geçtiğimiz günlerde Fransa’da yeni çıkan Islam républicain (Cumhuriyetçi İslam) kitabı üzerine bir söyleşi yapmak üzere Türkiye’deydi. Bu kitabında Bayart, bütün farklarına rağmen, Türkiye, İran ve Senegal’in her birini diğeriyle karşılaştırarak tarihselliklerini anlamaya çalışırken, bu ülkelerdeki Müslümanların “cumhuriyet” fikriyle nasıl iç içe olduğunu anlatıyor.
Bayart’ın bu kitabında tartıştığı konulardan biri İran devrimi... Ona göre, aslında bir “darbe” olan Sovyet devrimi ve aslında bir “iç savaş” ürünü Çin devrimine kıyasla İran devrimi, 1789 Fransız devrimi gibi, sokaklardan gelen tipik bir halk hareketi olarak, “gerçek bir devrim” niteliği taşıyor.
Bayart aynı zamanda söz konusu “devrim”lerin benzer bir süreçten geçtiğini anlatıyor. Nasıl Fransız devrimi “Thermidor” dönemiyle birlikte, orijinal iddiasından vazgeçip, daha muhafazakâr bir “karşı-devrim” niteliğine büründüyse, İran devrimi de “Thermidor”u yaşadı.
Bir bakıma, devrimlerin öncüsü olan kadroların “seçkin” bir grup olarak “yönetici sınıf” haline gelmesi ve çıkarlarıyla birlikte “profesyonelleşmesi” anlamına geliyor Thermidor... Ya da ortaya çıkan düzenin zaten “arzulanan” olduğunu, “gerçek” olduğunu, daha fazlasının “boş hayal olacağını” düşünen profesyonel devrimciler kendilerinin ve yakın çevrelerinin vardıkları aşamayı sabitlemeye gayret ediyorlar. Kendilerinin elde ettikleri başarı “tek anlam” haline geliyor ve devrime taşıyan ütopya sona eriyor; değişen “devletin yönetimi” esas işleri haline geliyor.
Bu yorumu, her ne kadar Bayart bir “devrim” olduğuna inanmasa da, –bir miktar “teşbih” yaparak– Türkiye’de “AKP’nin serencamına” taşımak mümkün...
Evet, tabii ki, AKP’yi doğuran ve onda somutlaşan kitleler, “Paris’in Bastille hapishanesinin”, “Çar’ın kışlık sarayının”, “Tahran’ın Azadi meydanının” ele geçirilmesinde olduğu gibi, “Çankaya Köşkü’nü” ele geçirmediler...
Ancak, her ne kadar tarihteki örneklerde –“gerçek” veya değil– “devrimleri” uzun mücadelelerin sonundaki belli bir “an”da, kitle hareketlerinin “kanlı, şiddetli” bir şekilde iktidarı ele geçirmesi olarak okumuş olsak da, bir devrimin muhakkak “şiddet” yoluyla olması gerektiğine dair bir“toplumsal kanun” yok... Devrimleri “devrim” yapan, üzerinde yükseldiği (eski düzenin sahiplerine ait) kan değil; bizzat “alt”ın (en azından sembolik olarak) “üst”e geçmesi; o toplumdaki sınıfsal ve kültürel iktidar ilişkisinin değişmesi, başka bir niteliğe bürünmesidir.
İşte AKP hareketinin yaptığı da bir “devrim”dir... Çünkü bu hareket de bir “devri” kapattı; Kemalist geleneksel yapının sınıfsal dengesini altüst etti. “Kutsallık” örtüsü altındaki “devletin askerî aristokrasisini”, “laik ruhban sınıfını” ve onların sermaye gruplarıyla kurmuş olduğu hegemonik yapıyı yıktı. Bunu, Bastille’e, Azadi Meydanı’na yürüyen kitlelerin yaptığı gibi bir “an”da yapmadı; ama zamana yayarak, tıpkı onlar gibi arkasına toplumun geniş kesimlerinin “özgürleşme”, “adam yerine konma” taleplerini alarak yaptı. Ve “eski rejim”in vurucu gücünü –Ergenekon’u– etkisiz bıraktı...
Ve bütün devrimlerde, halkın desteğiyle gerçekleşen bütün “burjuva devrimleri”nde olduğu gibi, bu hareketin öncü kadroları bugün Thermidor’u yaşıyorlar. “Eski rejim”i yıkan devrimci kadrolar bugün kendi düzenlerini toplumun düzeni ve “tek gerçek” olarak ilan ediyorlar.
Adını “sosyalizm” koymuş olsunlar veya olmasınlar, insanların “eşitlik ve özgürlük” ütopyalarını taşıyan Sovyet devrimini, Stalinist bir zihniyet eşliğinde, seçkin bir sınıf olarak “nomenklatura”nın ele geçirmesine ya da İran devriminin akıbetine benzer bir durum yaşıyoruz.
AKP’nin devrimini, onyılların kibrine, seçkinciliğine, sahte kutsallıklar arkasına saklanan sömürü düzenine karşı “adalet, özgürlük, eşitlik” talebi ve “tevazu” arayışı hazırladı...
Adını “İslami hareket” koymuş olsunlar veya olmasınlar, Türk’ü, Kürt’ü ve diğerleriyle, sandık başına koşan insanların “daha iyi bir dünya” ütopyasını taşıyan “AKP devrimi” bugün “Thermidor”unu yaşıyor...
AKP’nin Thermidor’unu, devrimin kadrolarının sermaye ve siyasetteki iç içe geçişleri hazırladı. “Yeni düzenin sahibi” bu “profesyonel” kadrolar onları iktidara getiren “ütopyayı” artık taşımıyor. İçine insanların doldurulduğu güç timsali beton kuleler ve hapishanelerle kendi çıkarları ve sesi dışında bir şey duymak istemeyen “liberal-otoriter” ve de “kibirli” yeni seçkin bir sınıfın eserini tecrübe ediyoruz hep birlikte...
AKP devriminde “sosyalizm” yoktu; ancak “İslam’ın özgürlük ve adalet vaadi” de kalmadı...
AKP’nin Thermidor’unda “giyotin” yok; ancak “ona göre ‘zararlı unsurların’ kapatıldığı Gulag takımadaları” var...
Kurban Bayramı kutlu ve mübarek olsun, adalet ve vicdan getirsin...
ferhatkentel@gmail.com
Yorum Yap