Bizim kalabalıklar

  • 25.03.2016 00:00

Memlekette 2010 öncesi dönemin faaliyetlerine benzer faaliyetler sürdürülüyor. Ellerine “doküman” sıkıştırılan “gazeteci” görünümündeki (yani bir tür meşruiyet zırhı arkasına saklanmış) elemanlar, tutarlılık falan aramadan, bu derneği o örgüte, bu partiyi öteki dış mihraka bağlayıp, Türkiye üzerine “oynanan oyunlar”, komplolar, iç ve dış düşmanlar üzerine serbest atış yapıyorlar.

 

Daha 28 Şubat döneminde de vardı ama özellikle AKP iktidara geldikten sonra, uzun bir süre, mesela, Erdoğan’ın ve Gül’ün yabancı mihrakların, ABD’nin adamı olduğu “ele geçirilmiş dokümanlar” üzerinde ispatlanmaya çalışılıyordu.

 

Mesela o zamanlar da, AKP hakkında atıp tutan bir takım ulusalcı derin kuvvetler ve onların gazetelerdeki uzantıları, aynı zamanda bazı sivil toplum kuruluşlarının “kökeninin” yurtdışında olduğunu yazıyorlardı. Şimdi şehvetle iktidar şarabından içmiş yeni sürüm “dokümancılar” da, şimdiki iktidar için düşman tasarlamakla iştigal ediyorlar...

 

Yani değişen bir şey yok, güzide memleketimizin düşmanlık kültürü yeniden devreye girmiş durumda... Hayır devreye girmiş değil; devreden hiç çıkmamış durumda...

 

Herkes sadece kendi cemaatini duyuyor; aralarda zerre kadar bağlantı  kalmadı.Belki bazı sınır bekçileri var; onlar karşı kamptan gelen sinyalleri çarpıtıp, iç tüketim için gerektiği kadarını alıyorlar ve karşı kampa saldırı amacıyla kullanılabilir hale getiriyorlar.

 

Yani karşı tarafa ancak karşı tarafa vurmak için, süzgeç eşliğinde malzeme devşirebilmek amacıyla kulak kabartılıyor.

 

Burada mesele sadece, “Ah yazık! Neydi o eski güzel günler! Hadi buluşalım, koklaşalım, diyalog yapalım; çeşitlilik, zenginlik olsun” meselesi değil...

 

En basitinden, bir tecavüz olayı karşısında bu toplumun neden birlikte konuşabilme, hissedebilme kapasitesini nasıl kaybettiğiniz düşünmemiz gerekir...

 

Mesela “Aile” bakanı(evet “Aile bakanı”!), Ensar Vakfı’ndaki tecavüz olayı için, “Buna bir kere rastlanmış olması hizmetleri ile ön plana çıkmış bir kurumumuzu karalamak için gerekçe olamaz”... Evet tabii olmaz... Çünkü seri tecavüzcü yaratık “bizim mahallenin” içinden çıkmış bir yaratık... Üstelik söz konusu “kere” bir değil, “birden çok kere” olsa da önemli değil...

 

Aslında gerçekten de “bir kere” bir kurum hakkında ileri geri konuşmayı gerektirmez. Çünkü söz konusu tecavüzcü yaratık ya da bir intihar bombacısının cenazesinde propaganda faaliyetine katılan bir başka yaratık, onların ait oldukları kurumlar hakkında ileri geri konuşma hakkı vermez.

 

Evet ama burada dikkat çeken husus şu: yaratıklar hakkında eleştiri yağmaya başladığı anda, orkestra halinde, bütün davullar, kontrbaslar, yaylı ve üflemeli sazlar topyekun devreye giriyor; “kahrolasıca” düşmanın saldırılarına karşı siperlerde savunma savaşı verilmeye başlanıyor. O kurum o yaratığı aforoz edeceğine, kendini sorgulayacağına, kendi üzerine düşüneceğine ve hemen kendinde şeffaf bir temizlik operasyonu yapacağına, içeriden ve dışarıdan (bizim mahalleye komşu) şahsiyetlerden savunma atakları gelişiveriyor.

 

Evet ama, böylesine konularda bile nasıl bir ortak “insani” tavır geliştireceğiz? “Bizden olmayan" biri ile nasıl konuşacağız bundan sonra?

 

Çok zor görünüyor ve bu hal, insanın değerini kaybettiği durumlara yani, ulvi mevzuların, sözde davaların, örgütlerin, tekkelerin, liderlerin ya da fraksiyonların herşeyin ötesine geçtiği, her halükarda bizim mahallenin ve kutsal liderlerinin doğrulandığı, doğrulamak için insanların sekiz takla attığı durumlara tekabül ediyor.

 

Bedeni saklayan semboller

 

Fakat ortalığın paramparça insan bedenleriyle dolduğu şu günlerde kendi bedenlerini ölümün tahtına yerleştirmek için çırpınıp duranlar üzerine ne düşünmemiz lazım? Onlara küfretmek yetecek mi?

 

Yetmeyecek ama, biraz deşsek durumu, hiçbirimiz için de pek parlak olmayan sonuçlara ulaşmamız pek zor olmayacak...

 

Kızılay’da bombayı patlatan teröristlerin arkasındaki örgüt, “araya otobüs girdi yoksa bu sonuç olmazdı, siviller ölmezdi” demiş...

 

Yani bu olaydaki katiller, insan öldürürken tipine bakıyor; üniformalı ise öldürülebilir demek istiyor. Nasıl da kolayca dile getiriyor bunu...

 

Güven parkta nöbet tutan üniformanın altında insan olduğunu, o üniformanın altında başka bir insanların olabileceğinide düşünemiyor... Aynı asker üniformasının altında Kürt, Türk, Müslüman, Hıristiyan olabileceğini düşünemediği gibi...

 

“Vatanı için savaşmak” için, “ekmek parası” kazanmak için, “üniformanın sağladığı prestij” için, “Amerikan filmlerindeki polislere özendiği” için için, “başka meslek bulamadığı” için, “teşkilata zaten herkesi aldıklarını” bildikleri için, ya da daha başka sebeplerle polis olan birinin “öldürülebilir” sıfatını kazandığı anlamına gelmez.

 

O üniformanın altındaki beden olan polisler içinde katil ruhlu adamlar olması durumu değiştirmez... Çünkü her halükarda o katil ruhlu insanların yanısıra, muhtemelen en az onlar kadar çok ya da az melek ruhlu insanlar vardır.

 

Öte yandan, belli ki İstiklal caddesinde ölüm yağdıran yaratık hedefini daha da bariz biçimde seçmiş ve o hedefe ulaşmayı becermiş. O, belli ki, öldürülebilir vasfına sahip İsrail vatandaşı Yahudileri öldürmek istemiş. Yani pek“bizden olmayan” birilerini... Terör travmasında olan bir ülke vatandaşlarını hem korkutan hem de çok da dert etmemesini hazırlayan bir eylem yapmışlar anlaşılan.

 

Ya da Brüksel’deki bomba için sosyal medyada sevinen yaratıklar için ne demeli? O yaratıkların o intihar bombacılarından farkı var mı?

 

Tabii ki, bu katillerin ve arkasındaki örgütlerin ve de onların arkasındaki daha da karanlık devlet, gizli servis vb. gibi odakları da unutmamak lazım. Ancak, bütün bu cinayetleri işleyen katillerin bilerek isteyerek, “davaları” uğruna yaptıkları varsayımından hareket ederek yazıyorum.

 

Yani onların hayatla kurdukları –anlayabildiğimiz kadarıyla- zavallı ilişkiyi anlamaya çalışarak...

 

O zaman işin zaten acımasızlığı da daha da anlaşılır oluyor. Çünkü bıyığın, parti etiketinin, etnik aidiyetin vs. arkasındaki insanı göremeyen bir düşmanlık kültürü bütün ağırlığıyla memleket hattında varlığını sürdürüyor. Bombacılar, damarlarımıza işlemiş olan ve sürekli olarak yeniden üretilen kültürde besleniyorlar.

 

Sürüler halinde yaşıyoruz. Ve sürü insana her şeyi yaptırır...

 

Sürü olmak sadece sokaklara çıkıp, azınlıklara ait mağazaları, kitapçı dükkanlarını yağmalamak, otelleri yakmak değildir.

 

Oturduğunuz yerden de sürü olabilirsiniz.Trans halinde, size verilen dozlarla beklenen tepkileri verirsiniz.Sizin ve diğerlerinin ötesinde bir güç oluşturur kitle olmak. Tek başınızayken hayatta yapmayacağınız şeyleri yaparsınız.Eğer kendinizi bir kitleye dahil hissediyorsanız, oturduğunuz yerden, düşmanlığa dair gereken bütün performansı sergileyebilirsiniz.

 

Sürüleşmiş kalabalıklar da ancak çobanlarla yönetilebilir. Bugün bir çoban... Yarın başka bir çoban...

 

FERHAT KENTEL / HABERDAR

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yorumlar (1)

  • Ad Soyad Giriniz...
    Ad Soyad Giriniz...
    27.07.2013 10:58

    SÜREYYA ADADA OLUNCA SORUN BÖYLE GÖRÜLÜR. ÜÇ YANI DENİZ OLAN KARA PARÇALARINDAKİ SÜREYYALARA DAYANABİLMEK ÖZEL BİR SABIR İSTER.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums