- 24.06.2015 00:00
Twitter’ın AK trollerinden, kendisini satır gibi aletlerle dile getirebilen bir yaratığın düğününde, başka bir mafyacı, bir insani yardım adamı ve de bir cumhurbaşkanı aynı mekanda buluşmuşlar.
Buna benzer bir buluşma da 1996’da Susurluk’taki kazada açığa çıkmıştı. O zamanlar insanlar, Mercedes’in içindeki bileşim için “ama nasıl olur?” diye sormuşlardı… Evet, pek olabilir gibi görünmese de, devlet bu… Devlette olur… Hele devlet mafyalaştıkça, devlete mafya sızdıkça, devlet mafyadan medet ummaya başlarsa bu da olur.
Gerçekten hatalı bir tercümeye mi denk geldiler; yoksa sık sık yaptıkları gibi öylesi mi işlerine geldi, bilmiyorum. Geçtiğimiz haftalarda The Guardian gazetesinin başyazısında, “Erdoğan, halkın daha yoksul, daha dindar ve daha az Batılılaşmış kesimi üzerindeki etkisini güçlendirdi, ancak yarısını kaybetti” ifadeleri yer almışken, Erdoğan’ın miting meydanında bu lafı alenen çarpıtıp, “Tam Batılılaşmamış yoksul Müslümanların kendilerini yönetmelerine izin verilemez” şeklinde dile getirmesi ve tabii ki klasik Erdoğanist propaganda teknikleriyle “Sen kimsin be, sen kimsin terbiyesiz. Haddini bil!” gürlemelerini duyunca ve ona bu konuda kusar gibi eşlik eden bir köşe yazarını ve daha pek çok konuda güce tapan aparatçikleri görünce, insan, “gerçekten bir memlekette asgari demokrasi ve ahlâk kuralları bu kadar mı ayaklar altına alınır?” diye sormadan edemiyor.
Bu güç inşasına bakınca, Erdoğan ne kadar çok Putin’e benziyor diye düşünüyordum ki, basın özgürlüğü konusunda yapılan bir araştırmaya göre, 180 ülke arasında Türkiye, Zimbabwe’nin altında ve Rusya’nın hemen üzerinde 149. Sırada olduğunu öğreniyoruz.
Seçimler öncesinde Üsküdar iskelesine bir AKP teknesi yanaşıyordu. Kravatlı-kravatsız, takım elbiseli adamlar iskele civarında beklerken, elinde telsiz, siyah giyinmiş bir “mühim” adam iskele görevlisi genç bir adamı sert hareketlerle ve ses tonuyla uyarıyor. Yanaşmakta olan AKP teknesine merdiven yanaştırmaya çalışan genç adam, üstünün emrine itaat eden asker edasıyla bir oraya bir buraya seğirtiyor…
Anonslardan anladığımıza göre, AKP’nin milletvekilli adayları ve bakanlarıyla tanışma ve moral toplama gezisi bu…
Ne güzel sosyalleşiyorlar yani!
Ama neden bu manzara bana CHP’nin tek parti dönemini hatırlatıyor? CHP olması önemli değil; herhangi bir “tek parti” imajı var havada… Memleketi yöneten “parti”… Hani adını bile söylememize gerek olmayan, “parti” deyince ne olduğu anlaşılan “parti”…
“Partide tanıdığı olmak”, “partiyi arayalım”, “biz partideniz” gibi cümleler içinde kullanılan “parti”…
Mesela bire bir kulak misafiri olduğum şu örnek olay…
Vapurda bir kadın karşısındaki arkadaşına başından geçen bir olayı anlatıyor (ve etraftakilerin duymasından da anlaşılan hiç rahatsız olmuyor): “Kırmızı ışıkta geçmişim; polis durdurdu… Ceza kesecek… ‘Bir dakika dur’ dedim. X belediyesinde çalışan kardeşimi aradım. O da ‘dur dedi, ben partiden birisini haberdar edeyim; sen kımıldama oradan’… Beş dakika sonra polisi cep telefonumdan istediler ve konuştular. Polis bana ‘Gidebilirsiniz, buyurun ehliyetinizi hanımefendi’ dedi!”
Kadın hayatından çok memnundu ve kardeşinin “parti” içindeki konumunu “değerlendirebildiği” için ziyadesiyle tatmin olmuş vaziyetteydi…
Parti… Bolşevik parti gibi, Enver Hoca’nın, Esad’ın partisi gibi bir şey… Asansör gibi… Bindiğiniz zaman sizi yükselten, size kudret, iş, aş, meşruiyet ve daha bilumum avantaj sağlayan bir parti. İçine girdiğiniz zaman güce ulaştığınız parti.
Devletle böylesine örtüşmüş partilerle içiçe geçenler her işi becerirler… Seçimden önce, HDP’yi kazandırmamak için epey seferber olanlar, bugün de bir takım “ulvi” görünüm altında AKP’nin bulaştığı derin dünya ve derin ilişkiler içinde, HDP’nin başarısını havaya uçurmak için Güneydoğu’da her türlü derin-mafyatik yolu deniyorlar.
(BasHaber Gazetesi)
Yorum Yap