- 30.07.2014 00:00
İsrail’in Filistin’i öldürme ve topyekun yok etme tarihindeki merhalelerden birine daha şahit olduğumuz (ve ne yazık ki duygulu, isyankâr mesajlar paylaşmaktan başka bir halt etmediğimiz) şu korkunç günlerde kafama sürekli şu soru takılıp duruyor: Dünya çapındaki bir takım gazeteler, devlet adamları, sıradan insanlar, bu katliamlar hakkında en sıradan hayatlarında tam olarak ne düşünüyorlar? Mesela kalplerinden küçük de olsa bir acı dalgası geçiyor mu?
Sonra aklıma bizim buralar geliyor. İhsanoğlu ve Demirtaş’ın sürdürdükleri, bize mide krampları geçirtmeyen kampanya tarzı belli ki “reis”in hoşuna gitmiyor. Bağıra çağıra kampanya yürütmeye devam ediyor.
Belli ki Erdoğan’ın sarfettiği şu cümleler gayet hesaplanmış cümleler: “Bu HDP’ye gereken cevabı vermemiz lazım. (…) bu parti, aslında bu ülkenin demokratik parlamenter sistemi içinde dahi yer alamaz, almamalıdır.”
Yani totaliter ülkelerde çok kullanılmış olan “düşman inşa ederek” gerilimden kâr elde etme yöntemi denenmeye devam ediyor olabilir. Çok daha basit bir mantıkla, “arka planda PKK’yla barış görüşmelerine devam ediyoruz ama sakın yanlış anlama ey halkım; bak ‘büyük birader’ dilinden taviz vermiyoruz” türünden bir hesap olabilir.
HDP meselesinde dile gelen ucuz politikaya benzer şekilde Erdoğan’ın Hatay’daki mitinginde, İhsanoğlu’nu eleştirmek için, bu ismin “Sosyalist İşçi Partisi” ve “Devrimci Halk Partisi” tarafından desteklendiğini söylemesi de ilginçti. Yani dün, 2010 anayasa referandumunda “yetmez ama evet” diyen DSİP’e (adını yanlış söylese de) teşekkür ederken, bugün İhsanoğlu’nu suçlamak için onu “sol” bir takım partilerin desteklediğini dile getirmesi tam manasıyla yaramaz çocuk tavrını (“ama baba öteki kızlar da erkek çocuklarla geziyor!”) çağrıştırıyor. Yani “sol” partiden destek almak iyi bir şey; ama başkaları destek alırsa kaka! Tabii belli ki bu şekil bir “kampanya” ile MHP tabanına “bakınız sizinkiler sol ile işbirliği yapıp, size ihanet ediyor” mesajı vermek ve tanıdık manipülasyon numaraları ile ortalama sağ seçmeni kendisine çekmek amaçlanıyor olabilir.
Derdim şunu anlamak: “etik” düzeyi pek yüksek olmayan bu kampanya taktikleri hakkında başbakanın eteklerinde dolaşan, onu korumak için cansiperane argümanlar üreten danışman-aparaçik takımı, fakat daha da çok “demokrat” ya da “Müslüman” geçinen insanlar ne düşünüyordur?
Ya da giderek bir kabus haline gelen “Bonzai” zehiri hakkında HDP’lilerin verdiği araştırma önergesinin AKP’lilerce reddedilmesi hakkında ne düşünüyordur bu derin köşe yazarı, akademik danışman “insanlar”?
Madenlerde yaşam odalarının mecburi tutulmasına dair kanun teklifi de aynı şahıslar tarafından reddedildi. Yani bu partinin milletvekilleri gelecekte olacak yeni maden cinayetlerinin vebalini omuzlarında taşıyacaklar.
Hadi AKP’ye komplo yapıldığına inandıkları için ahlâki davranmayı “erteliyorlar”; peki ama bu konuda kalplerinden tam olarak ne geçiyordur?
Neden susuyorlar? Sadece ve sadece güçlüden yana olmanın getirdiği bir afyonlanma durumu bu? Yoksa inanılmaz bir kendinden memnuniyet mi?
Diyarbakır’da bir polisin üç çocuğa taciz ve tecavüzde bulunduğu, uyuşturucu madde verdiği iddiaları ile ilgili olarak, mahkemenin takipsizlik kararı vermesini cinayet; devlet erkinin ve kolluk kuvvetlerinin tutumlarını utanç verici olarak gören Mazlumder’in raporunda çok çarpıcı bir ibare var : “Daha da vahimi mahkemelerin söz konusu kamu otoritesi olunca etkin soruşturma yapmamasıdır. Bu durum hukuk ve insan hakları adına kaygı vericidir.”
Devletten, otoriteden korkan, onlara aşık olan, ilişkiye geçtikçe onlardan güç devşirdiğini düşünen savcılara, hakimlere, entellere vs. falan sormak lazım:
Güçlüden yana olmak nasıl bir şey?
Neyse… Bayramınız kutlu olsun! Cejna Remezanê Li We Pîroz Be!
ferhatkentel@gmail.com
(BasNews)
Yorum Yap