- 16.07.2011 00:00
Memleketimizde çeşitli boy ve ebatta savaşlar seyrediyoruz...
Mesela bunlardan biri “misyonerliğe karşı açılan bitmez tükenmez savaş”tır. Mesela Van’da yaşayan Hıristiyanların yaklaşık yedi yıldır ibadet ettikleri ev resmen kilise olarak açılınca, AKP Van Milletvekili Mustafa Bilici’nin savaşı tutmuş...
“Kilisede Türkçe, Farsça, İngilizce ve Kürtçe dillerde dualar yapıldığı ve bu dillerde çok sayıda basılmış İncil ve ilahiler de bulunduğu”ndan dem vuran arkadaş şöyle buyurmuş: “Yüzde yüzü Müslüman toplumlarda Siyonist faaliyetlere alet olarak yeni kiliseler açmak büyük bir gaflettir. Müslüman Van halkı kilise açanların ya da açtıranların maksadını görmeyecek ve sezmeyecek kadar kör ve aptal değildir.”...
Neresinden tutarsınız? Farklı dillerde ibadet edilmesinden neden gocunduğundan mı, kutsal kitaplardan “suç aletleri” gibi bahsetmesinden mi, Hıristiyanlık ibadetini “Siyonist” faaliyetle eş tutmaya varan –hafif tabirle–bilgisizliğinden mi, bu topraklarda Müslümanlardan önce –temizlene temizlene şimdi çok az kalmış olsalar da– Hıristiyanların olduğunu bilmemesinden mi, milletin bir kısmını tehdit, diğer kısmını tahrik edip, bölücülük yaptığından mı, ya da her şey bir yana, insanda kelime bırakmayan insafsız savaş dilinden mi... Size kalmış...
Tabii, bu arkadaşın savaşına kıyasla, en ideal savaş, savaş meydanında yapılan “büyük” savaştır. Hele şöyle savaş meydanının yakınlarında bir yerde yüksekçe bir tepe varsa, bir ağaç gölgesinde açılır kapanır bir iskemle attınız mı, keyfinize diyecek olmaz...
O tür savaşlarda askerlere komuta edenler neden öyle yüksek tepelerden izler savaşları zannediyorsunuz? Duruma vaziyet etmek, bilmem hangi kuvvetleri sağ kanada, öbürlerini düşman hatlarını yarmaya yönlendirmek için falan zannediyorsunuzdur Allah bilir? Siz öyle zannedin! Hayır, adamlar oradan, meydana güvenli bir uzaklıktan, sahneye koydukları bir “görsel şöleni” seyrederler sadece!
Örneğin sizi kan tutuyorsa, savaşı böyle güvenli bir uzaklıktan seyrettiğinizde, kopan kolları ve bacakları, yanmış bedenleri, kan deryasını uzaktan görmeyeceğiniz için fazla sorununuz da olmaz.
Kan tutan ya da tutmayan komutanlar olarak, sonunda kaç adam kaybedip, karşı tarafa kaç tane kaybettirdiğinizin çetelesini tutarsınız. Açılır kapanır iskemlenizi toplarsınız ve yenildiyseniz, “bu savaş bitti, önümüzdeki savaşlara bakmak lazım” sahte olgunluğunu, ya da kendi hatalarınızı kabul etmeyip, medyadaki borazanlarınız vasıtasıyla taraftarlarınıza “valla hile yaptılar” mızıkçılığını ve savaşın devamı konusundaki inadınızı gösterirsiniz. Yendiyseniz, evinize döner, gününüzün ne kadar heyecanlı geçtiğini çocuğunuza anlatırsınız. O da “benim babam savaş tanrısı gibi adam!” diyerek sizle gurur duyar.
Meydan savaşları için doğal olarak, eski zamanların seyir zevkini tatmin edecek başka yöntemler bulmak gerekiyordu ve bulundu. Şimdi gene pek fazla kan görüntüsü olmadan, üzerinize fazla kan sıçratmayan yöntemlerle izleyebiliyorsunuz savaşları. Üstelik evinizde, yemek masasında ya da rahat koltuklarınızda, bir elinizde bira, diğer elinizde fındık fıstık, hatta boyunlarınıza tuttuğunuz ordunun atkısıyla... Üstelik kanallar arasında zaplayarak ya da dörde beşe bölünmüş ekranlardan savaşın farklı veçhelerini, enstantanelerini yorumlar yaparak izleyebilirsiniz.
Tabii bir de şu var; ekranlardan savaş seyrettiğini zanneden sizleri aldatıyorlar... Savaşı çok daha “güzel” seyredenler var; onların ellerindeki teknolojiler çok daha fazla... Mesela onların naklen yayın yapan, ham görüntüleri ânında veren kocaman kocaman elektronik aletleri (valla adlarını bilmediğim için bu kelimelerle idare ediyorum) var; masalarda, savaş meydanları hakkında her türlü ayrıntının yansıdığı kocaman haritaları falan var... Yani siz istediğiniz kadar üzerinize kan sıçramadan seyrettiğinizi zannedin, açılır kapanır iskemleliler çok daha hâkimler savaş meydanlarına... Ve size sundukları görüntülere, alt yazılara ve manşetlere...
Bu yazıda aslında bu memlekette birbirlerine yabancı düşmüş, birbirlerini tanıma fırsatı bulamamış insanların, Boşnakların, Çerkeslerin, Gürcülerin, Bulgaristan göçmeni Türklerin, Yunanistan mübadillerinin ve daha birçoklarının birbirleriyle nasıl iletişime geçerek, resmî tarihin ezberlettiklerinin ötesinde nasıl olağanüstü bir yeniliğe imza atmakta olduklarından bahsedecektim... Olmadı; “barış”, “muhabbet” falan gibi şeyler fazla itibar görmüyor... Çok seyirlik değiller; “sıkıcılar” yani... Savaş onların dillerini bastırıyor... Hele meydan muharebeleri, soğuk savaş dilleriyle Amerika-Rusya ikilemi gibi şeylerle gaza gelenler ve gaz(a) getiriciler hazırdaki eskiyi tepe tepe kullanabiliyorlar...
Evet, çünkü “büyük” savaşlar heyecanlı oluyor. Ama farkındasınız değil mi, “heyecan”ın içinde “CAN” diye bir şey var... Güvenli ve kan sıçratmayan bir uzaklıktan siz savaşı seyredip tempo tutarken, sizde yükselen her heyecan dalgası savaş meydanında biten CAN’larla besleniyor...
ferhatkentel@gmail.com
Yorum Yap