Yeryüzündeki savaş tanrılarına teslim olmamak

  • 17.03.2014 00:00

 İlginç tesadüfler yaşıyoruz. 12 Mart'ın yıldönümüne yakışır bir şekilde darbecilerimiz, milli katillerimiz falan serbest bırakıldı.

Bütün dillerin darbeci makamdan şakıdığı, bütün sokak performanslarının, silah, külah, pala, akrep, gaz, boya vs. teknolojilerinin darbe ritminde tınladığı, şakırdadığı günümüz Türkiye'si gerildikçe geriliyor; herkes bir heves ve panik içinde siperlerine atıyor kendisini.

"Milli iradeye saygı", "çoğunluk" vs. konularında en bir "sivil" dile sahip olduğunu iddia edenler başta olmak üzere, darbenin dili yankılanıyor sağda solda. "Milli irade" olduğuna hükmeden bir parti -ne hikmetse- savaş diliyle varlığını garantiye almaya çalışıyor.

Hikmetinden sual etme imkanı pek kalmayan hükümetimizin dili Ergenekon'dan dışarı çıkan "eski Türkiye"nin elemanlarıyla tam bir uyum içinde tempo tutuyor. Perinçek: "Kınından çıkmış bir kılıç gibiyiz, görevlere hazırız, Türkiye'yi bölenlerin hükümetini yıkacağız, cemaatin kökünü kazıyacağız" derken, hafızasını kaybetmiş ve anlaşılan mükemmel bir şekilde yeniden bulmuş olan İbrahim Şahin: "Mühim olan devletin yaşaması... Mücadeleye kaldığımız yerden devam edeceğiz" demiş.

Herhalde onların klasik mücadelesi de "İstiklal mücadelesi" gibi bir şey olması lazım. Yani mükemmel bir uyum var "eski Türkiye" ve "yeni" olduğunu iddia edip eskiyle yeniden evlenen Türkiye arasında...

Her şeyin tek adamı Başbakan Erdoğan Türkiye Cumhuriyeti'nin bütün kurucu seçkinlerinin ve darbecilerinin kullandığı taktiği kullanıyor; gerilim arıyor, yaratıyor ve başarıyor. Giderek daha çok korkan toplumsal kesimler, korkularını gidermek üzere, en çok korkutanın koltuğunun altına kapağı atmaya çalışıyor.

Ve artık galiba "muhafazakar demokrat", "AK Parti" gibi isimlerle tanımladığımız partiyi "Erdoğan'ın Partisi" olarak ve onun otoritesine, karizmasına bağlanmış arka arkaya sıralanmış, onun ne kadar haklı olduğu konusunda habire kafa sallayan halkalar olarak tanımlamakta hiçbir beis yok. Fakat daha da önemlisi onu İslamcı hareketle özdeşleştirmenin artık bir alemi yok. AKP artık başka bir şey.Devletçi, Türk sağının sıradan bir versiyonu... Bir yandan kalkınmacı, köprüler, yollar yapan, hizmet getiren; diğer yandan devletten korkan, korktukça devletleşen, bazı versiyonlarıyla darbe karşısında şapkasını bırakıp kaçan ya da bugünkü versiyonuyla düne kadar sarmaş dolaş olduğu cemaatle köprüleri atan, onu baş düşman ilan eden ve başına gelebilecek belaya karşı darbecileri dışarı salıveren, onlarla ittifak yapan bir sağ... Sıradan bir sağ...

Ve tabii bir zamanların İslamcı hareketinden beslenen bu partinin yeni kitlesi de hazır: asla ve asla "dindar-emekçi" sınıflar diye tanımlanamayacak; biraz dindar, biraz seküler, fakat esas olarak dayükselmeyi hedefleyen orta sınıfların bir partisi... Çıkarlarını maksimize etmeye çalışan, "lâfa (yani demokrasiye, çoğulculuğa falan) değil, icraata bakan" yeni devletçi, hatta "devletimiz aleyhinde oynan uluslararası komplolar" korkusuyla beslenen ve "yeniden İstiklal Savaşı" peşinde koşan Kemalist muhafazakarları da dahil eden, orta sınıfların partisi...

Bu parti için kazanmak, ne pahasına olursa olsun kazanmak o kadar hayati bir öneme sahip ki, ve bu "kazanmak" o kadar çok gerilime ve savaş diline bağlı ki, savaşta zayıflık belirtisi olarak zannedilebilecek hiçbir işarete prim tanınmıyor.

Savaş dilinin efendileri

Bu yüzden partinin şefinden HDP'ye yapılan saldırılar hakkında tek bir üzüntü kelimesi duymak mümkün olmuyor. Partinin içindeki duyarlı ve insani hasletlerini inatla sürdürmeye çalışanların vermeye çalıştığı utangaç mesajlar dışında, şeften tık çıkmıyor.

Şef, Mısır'da darbeci Sisi'nin faşist güvenlikçileri tarafından canına kıyılan Esma için ağlarken,Berkin için gıkı çıkmıyor. Zalimler, zulme uğrayanlar "senin" ya da "benim" aidiyetlerine bağlı olarak sahip çıkılıyor ya da yok sayılıyor. Şefin etrafındaki koruyucu halkalar da yok "provokatörler", yok "ölüseviciler", yok "solcular Berkin hastanedeyken kıllarını kıpırdatmadılar", yok "Berkin sapanla taş atıyordu", yok "üzerinden bomba çıktığına dair tutanak var" türünden söylemleriyle Berkin için üzüntü dışında her şeyden bahsediyorlar.

Ve bu savaş dilinin efendileri, başta Gezi'ye karşı olmak üzere, düne kadar her türlü öfkeyi ve nefreti ortalığa boca ettiler... Devlet içinde suçu temizlemek için düşman yaratmak zorunda olunmadığını, yolsuzlukları saklamak gerekmediğini söyleyen bizim gibi insanların "pek saf" (!) olduğunu iddia edip, "Paralel yapı", "istiklal savaşı" söylemleriyle, toplumu güvensizliğe hatta düşmanlığa ittiler. Bugün ise "dünyanın en sağduyulu insanları" havalarında "Hay Allah, çok kutuplaştık, kamplaştık, aman dikkat!" diye masumları oynuyorlar.

Ve bugün itibariyle Ergenekon'dan çıkanlar ve Burak Can Karamanoğlu'nu öldürüp, buna övüne övüne sahip çıkan DHKP-C adlı bir örgütün de sahneye çıkmasıyla savaş dilini hakim kılacak aktörlerin oluşturduğu manzara büyük ölçüde tamamlanıyor.

Bir zamanlar TSK'nın PKK'ya ihtiyacı vardı. Karşısında dövüşecek bir "düşman ordu" olursa, sivil siyasete müdahale etmesi de o kadar meşru olacaktı. Bu Diyarbakır'da tarifsiz işkencelerden geçirilen insanlar sayesinde sağlandı. E, herhalde "sınır boylarımızda hain düşmana karşı kahramanca savaşan ordumuzun" siyasete müdahalesi, en ukala ve kibirli tavırlarla ahkam kesmesi, 28 Şubatları yapıp, muhtıralar yağdırması, parmak sallaması anormal sayılamazdı, değil mi? Şimdi de "darbelere karşı kahramanca savaşan" hükümetin karşısında somutdüşmanlar lazım. Önce "Gezici çapulcular", "faiz lobisi" derken, mükemmel bir "cemaat" bulundu ve "paralel yapı" her türlü kamp / kutup kurma çabasında mükemmel bir işlev kazandı. Şimdi de o hain ve de düşman ötekilerle örtüşecek bir DHKP-C hükümetin gazabını yağdırmak için iyi bir vesile olacak. Geziciler=paralel yapı=faiz lobisi=uluslararası odaklar= ateistler= Zerdüştler=Pensilvanya=DHKP-C vs. gibi bir denklem muhteşem bir "öteki" figürü inşa edecek.

Aynı bir zamanlar masallarımızı süsleyen gerçeküstü yaratıklar gibi... bir dudağı yerde, bir dudağı gökte; yedi başlı, ateş püskürten, kanatlı, dev ayaklı... Yani biraz dinozor, biraz ejderha, biraz deve, biraz su aygırı yaratıklar... ne bulursan içine doldurabileceğin bir çuval...

Ama bu masal kendi kendine ortalıkta dolaşamaz. Ona ayaklı masal anlatıcılar, havariler, aparaçikler lazım. Önce onlar inanacaklar, inanmış gibi yapacaklar ve eyvah kutuplaşıyoruz derken, kutuba kapak atmamızın ne kadar akıllıca olacağını anlatacaklar... Anlatmayacaklar; anlatıyorlar zaten...

Eskiyen "yeni" Türkiye

Türk toplumunda herkes yer aldığı tarafın / kutubun bilgisine sahip ya da herkes kendi kutbunun farkında. Artık tek bir toplumdan bahsetmek de pek mümkün değil. Ya da örneğin yolsuzluğun farkında olsa bile, ortalama Türkiye insanı aslolanın kafasını sokacak bir kutup olduğunu düşünüyor.Bu yüzden mesela Erdoğan'ın desteklenmesinin bir ölüm kalım meselesi olduğuna inanıyor. Yani dibine kadar kutuplaşmanın bütün tezahürlerini yaşıyoruz.

Çok büyük riskler önümüzde duruyor. Ayrıca zaten şu anda Alevi-Sünni, Türk-Kürt, laik-dindar gibi kutuplaşmadan kutuplaşmaya dörtnala giderken bugün Müslümanların Müslümanlara karşı kutuplaştığı bir aşamaya geçtik. Bu daha da derinleşirse, şu anda bile pek mümkün değil ama Başbakan kendini artık "Türkiye Cumhuriyeti'nin hükümeti ya da başbakanı" gibi sunamayacak.

Bugün muhteşem bir denklemle aynı çuvala doldurulan "öteki düşman"a karşı verilen savaş daha da nefret ve şiddetle devam edecek gibi görünüyor. Bugün hükümetin devamının, AKP çevresinin diliyle söylersek, bunun, "eski Türkiye'nin" desteğine ihtiyaç duyularak ve eski Türkiye'nin talebiyle de sağlanacağı anlaşılıyor. Yani Ergenekon'a karşı savaş vermiş olan AKP hükümeti, "Ergenekon'un şantaj ve talimatıyla" savaşını sürdürürse artık "yeni Türkiye"den bahsetmenizin zerre kadar anlamı kalmamıştır demek olur.

Bu gerilimli günlerin nereye kadar varacağını kestirmek pek mümkün değil. Ama şu anda yaşadıklarımızın, uzun vadeli düşündüğümüzde, zaten travmatik olan bir topluma yeni travma katmanları eklediğini söyleyebiliriz.

Toplumun herhalde bittiği ya da en azından "yarısından" vazgeçildiği denildiği bir zaman diliminde, her "yarım" (ya da "çeyrek") kendi toplumunu, kendi referansları inşa ediyor. Herkes ne yapıp edip kendi kampının ne kadar mağdur ve haklı olduğunu ispatlamaya çalışıyor.

Bu nefret günlerinde yapılacak bir şey pek yok gibi görünüyor. Ya da var... ama nasıl bu "şey" güçlü bir sese dönüşebilir?

Galiba "nefret tohumları ekenlerin", nefretle konuşanların oyununa gelmemeyi karınca sabrıyla başarmak lazım herhalde.

Aynı Hz. İbrahim'in ateşine su taşıyan karınca gibi...

Ferhat Kentel

ferhatkentel@gmail.com

Not: 16 Mart Pazar günü saat 16:00'da Taksim Tünel Meydanı'nda buluşup "Yetti Artık! Hırsızları saklama, katilleri AK’lama!" diyoruz:

https://www.facebook.com/events/224061111117364/

http://marksist.org/yazarlar/ferhat-kentel/14289-yeryuzundeki-savas-tanrilarina-teslim-olmamak

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums